Başbakan Eroğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşma birkaç gündür her açıdan ele alınıyor. Konuşmayla ilgili, “Kardeş dedi, Kürt demedi” gibi sığ tartışmaları bir kenara bırakırsak beklendiği gibi ve içten bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi mesajlarının dışında Erdoğan, bölgede önemli kalkınma projelerini uygulamaya geçirdiklerini söyledi ve Diyarbakır’a Tarım Reformu Bölge Müdürlüğü kuracaklarını açıkladı. Bu müdürlüklerden şu anda Türkiye’de dokuz tane var. Hedefse, tarımsal üretim ve geliri arttırmak, bölgenin cazibe merkezi haline gelmesi ve tabi ki istihdama katkı. Bölgesel ve kırsal kalkınma politikaları giderek daha fazla önem kazanacak.
Bu hamle son derece önemli zira, bilindiği gibi 30 Haziran’da 12’nci fasıl olan Gıda Güvenliği faslı müzakereye açıldı. Miting alanlarında “Anayasa değişikliği kayısı üreticisinin, fındık üreticisinin sorunun çözüyor mu” diye soran Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisi CHP, faslın açılması için gereken Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı yasa tasarısının yasalaşmasına taş koymuştu. Yasa CHP’nin engellemelerine karşın geçmişti.
AB mevzuatı içinde en kapsamlı mevzuata sahip bu fasıl, 1200’ün üzerinde düzenleme içeriyor. Sonuçları itibariyle günlük hayatımızı fazlasıyla etkileyecek olan bu fasıl için gıda ve içecek sektörlerini ilgilendiren bir çatı kuruluş, ilgili bakanlıklara hem özeleştiri hem de önerilerini içeren bir mektup göndermiş. Gıda ve içecek sektörünün GSYH içindeki payı yüzde 19,8. Toplam üretim kapasitesi 187 milyon ton. En fazla üretim yapan sektörler 42,5 milyonla et ve et ürünleri, 41 milyon ton ile un ve unlu ürünler, 22,8 milyon tonla yem sanayi. Sorunların başında kayıtdışı, kaçak ve denetimsiz üretim geliyor. Mektupta, bundan sonraki süreçte AB mevzuatının hızla ulusal mevzuata aktarılması, özellikle kontrollerin etkin yürütülmesi, hayvan hastalıklarının engellenmesi, çiftçi ve gıda üreticilerinin gıda güvenliği alanındaki standartlarını AB seviyesine çıkarması öneriliyor. Bu fasla yönelik yasanın verdiği yetkiyle kayıtdışı ile daha sıkı mücadele edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Tarım sektörü, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde en kapsamlı ele alınması gereken politika alanlarından biri. Nihai hedef ise, Türk tarımının Avrupa Ortak Tarım politikasına tam uyumunun sağlanması. Mektupta dikkat çekilen diğer noktalar şöyle: “Dünya Ticaret Örgütü’nün küresel bazda tarım ticaretini bozucu destekleri kaldırmasına yönelik yaptırımları ve AB’ye tarımda uyum sürecinde mevcut politikaların devamı Türkiye’nin rekabet gücü olmayan ürünlerde elini zayıflatacak. Bu iki süreç aynı anda yaşandığında Türkiye’nin en büyük endişesi, gümrük duvarı ile koruduğu, yüksek maliyetle ürettiği ürünlerde ithalatçı durumuna düşme tehlikesi olacak. Türkiye’nin DTÖ kararları çerçevesinde AB gibi gelişmiş ülkeler yerine menfaatleri için gelişmekte olan ülkelerle hareket etme mecburiyeti bu süreci daha da güçleştiriyor. Gerekli önlemlerin almaması halinde hayvancılık, et ve süt gibi AB’nin rekabet üstünlüğü olan, fakat bizim de rekabetçi olabileceğimiz bu ürünlerde pazarı bu ülkelere kaptırabilir. Pazara girişte gümrük vergilerinin düşürülmesi ve tarife dışı engellerin sınırlandırılması ise hayvancılığın yanı sıra birçok ürüne zarar verebilecek. Düşük tarifeler belirlenmesi durumunda yüksek koruma uygulanan şeker pancarı ve çay gibi ürünleri üretenler zarar görebilir.”
Sektör bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm üretilmesini, gıda politikalarının ortak akılla belirlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Özetle, bu süreçte sivil toplum kuruluşları görüş ve taleplerinin dikkate alınmasını istiyor. Bizden aktarması...
* * *
Bütün bu referandum tantanası boyunca yapılan önemli bir araştırmaya Bahçeşehir Üniversitesi’ne bağlı Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi BETAM imza atmış. “Demokrasi Algısı ve Referanduma Yönelik Tutumlar” Türkiye’de beş kez yapılan referandumların etki analizine yönelik veriler içeriyor. Bulgular şöyle: “Kamuoyu, ülke yönetiminin demokratikliğiyle ilgili ortalama iyimser bir tutum sergiliyor. Liberal demokrasinin işleyişinden endişeli olan bir azınlığa karşın, çoğunluk, ortalama bir demokrasiye sahip olduğumuza inanıyor. Halkın yüzde 95’i, demokrasinin siyasal sistemler içinde en iyisi olduğunda hemfikir. Yüzde 72’lik bir çoğunluk, cuntaların kötü olduğu görüşünde.
Yurttaşların liderlerini özgürce seçmeleri gereğine inananlar yüzde 77, referandum yoluyla yasaların değiştirilebileceğine inanlar yüzde 75, bireylerin haklarının temel özgürlüklerle korunmasına inananlar ise yüzde 72’ye ulaşıyor. Sol, merkez ve sağ ideolojik gruplar arasında referandum/demokrasi ilişkisinin genel değerlendirilmesinde farklılık gözlenmiyor. Referanduma verilen destek siyasi partilerin söylemlerini yansıtıyor. Bu durumda referandum sonucunu, siyasi söylemi ve karizması güçlü olan belirleyecek desek yanlış olmaz...
Bu hamle son derece önemli zira, bilindiği gibi 30 Haziran’da 12’nci fasıl olan Gıda Güvenliği faslı müzakereye açıldı. Miting alanlarında “Anayasa değişikliği kayısı üreticisinin, fındık üreticisinin sorunun çözüyor mu” diye soran Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisi CHP, faslın açılması için gereken Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı yasa tasarısının yasalaşmasına taş koymuştu. Yasa CHP’nin engellemelerine karşın geçmişti.
Sektörden özeleştiri ve öneriler
AB mevzuatı içinde en kapsamlı mevzuata sahip bu fasıl, 1200’ün üzerinde düzenleme içeriyor. Sonuçları itibariyle günlük hayatımızı fazlasıyla etkileyecek olan bu fasıl için gıda ve içecek sektörlerini ilgilendiren bir çatı kuruluş, ilgili bakanlıklara hem özeleştiri hem de önerilerini içeren bir mektup göndermiş. Gıda ve içecek sektörünün GSYH içindeki payı yüzde 19,8. Toplam üretim kapasitesi 187 milyon ton. En fazla üretim yapan sektörler 42,5 milyonla et ve et ürünleri, 41 milyon ton ile un ve unlu ürünler, 22,8 milyon tonla yem sanayi. Sorunların başında kayıtdışı, kaçak ve denetimsiz üretim geliyor. Mektupta, bundan sonraki süreçte AB mevzuatının hızla ulusal mevzuata aktarılması, özellikle kontrollerin etkin yürütülmesi, hayvan hastalıklarının engellenmesi, çiftçi ve gıda üreticilerinin gıda güvenliği alanındaki standartlarını AB seviyesine çıkarması öneriliyor. Bu fasla yönelik yasanın verdiği yetkiyle kayıtdışı ile daha sıkı mücadele edilmesi gerektiği vurgulanıyor. Tarım sektörü, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde en kapsamlı ele alınması gereken politika alanlarından biri. Nihai hedef ise, Türk tarımının Avrupa Ortak Tarım politikasına tam uyumunun sağlanması. Mektupta dikkat çekilen diğer noktalar şöyle: “Dünya Ticaret Örgütü’nün küresel bazda tarım ticaretini bozucu destekleri kaldırmasına yönelik yaptırımları ve AB’ye tarımda uyum sürecinde mevcut politikaların devamı Türkiye’nin rekabet gücü olmayan ürünlerde elini zayıflatacak. Bu iki süreç aynı anda yaşandığında Türkiye’nin en büyük endişesi, gümrük duvarı ile koruduğu, yüksek maliyetle ürettiği ürünlerde ithalatçı durumuna düşme tehlikesi olacak. Türkiye’nin DTÖ kararları çerçevesinde AB gibi gelişmiş ülkeler yerine menfaatleri için gelişmekte olan ülkelerle hareket etme mecburiyeti bu süreci daha da güçleştiriyor. Gerekli önlemlerin almaması halinde hayvancılık, et ve süt gibi AB’nin rekabet üstünlüğü olan, fakat bizim de rekabetçi olabileceğimiz bu ürünlerde pazarı bu ülkelere kaptırabilir. Pazara girişte gümrük vergilerinin düşürülmesi ve tarife dışı engellerin sınırlandırılması ise hayvancılığın yanı sıra birçok ürüne zarar verebilecek. Düşük tarifeler belirlenmesi durumunda yüksek koruma uygulanan şeker pancarı ve çay gibi ürünleri üretenler zarar görebilir.”
Sektör bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm üretilmesini, gıda politikalarının ortak akılla belirlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Özetle, bu süreçte sivil toplum kuruluşları görüş ve taleplerinin dikkate alınmasını istiyor. Bizden aktarması...
* * *
GSM operatörleri hızlı SMS yazma yarışmasını beğenmedi
Geçen akşam bir TV kanalında Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın vardı. Türkçeye yerleşen yabancı kelimelerden, Türk Dil Kurumu’nun bu yabancı kelimeler için türettiği Türkçe karşılıklardan bahsedildi. Daha sonra chat ve SMS dilindeki kısaltmalara geldi konu. Türk Dil Kurumu, bundan yaklaşık iki yıl önce kısa mesaj çekmeyi seven gençlere yönelik bir yarışma başlatmak istemiş. Yarışmada Türkçe imla ve yazım kurallarına uymak zorunlu olacakmış. Türkçeyi güzel kullanma amaçlı olarak düşünülen yarışmaya da gençler ellerinden düşürmedikleri cep telefonları ile katılacaklarmış. Mesajlar hem hızlı yazılacak hem de Türkçe dil bilgisi ve imla kurallarına uygun olacaktı. Akalın’ın anlattıklarına göre, yarışma Türkiye’deki üç GSM operatöründen destek alınarak yapılacakmış ancak operatör şirketler bu yarışmaya destek vermeye pek gönüllü davranmamışlar. Akalın, TV’de söylemedi ama gençlere yönelik reklam kampanyalarının iletişim stratejisini ağırlıklı olarak avantajlı ya da bedava SMS üzerine kuran GSM operatörlerinin böylesi bir yarışmaya destek vermemesi ilginç.
* * *Ortalama demokrasisi olan bir ülkenin referandumu
Bugün itibariyle 12 Eylül referandumuna yedi gün var. Büyük çoğunluk hala neden sandığa gideceğini, neye evet-hayır diyeceğini bilmediği gibi insanların büyük kısmı değişiklik yapılacak 26 maddeyi bilmiyor, merak etmiyor. Kamuoyu yoklamaları net bir fikir veremiyor, yüksek oranda kararsız var. Pozisyonlar Erdoğan hayranlığı, AKP düşmanlığı, CHP’yi ehveni şer olarak görme ya da parti taraftarlığı gibi kıstaslarla alınıyor. Onun dışında iş dünyasının, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının evet ya da hayır deme gerekçelerini günlerdir dinliyoruz, okuyoruz.Bütün bu referandum tantanası boyunca yapılan önemli bir araştırmaya Bahçeşehir Üniversitesi’ne bağlı Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi BETAM imza atmış. “Demokrasi Algısı ve Referanduma Yönelik Tutumlar” Türkiye’de beş kez yapılan referandumların etki analizine yönelik veriler içeriyor. Bulgular şöyle: “Kamuoyu, ülke yönetiminin demokratikliğiyle ilgili ortalama iyimser bir tutum sergiliyor. Liberal demokrasinin işleyişinden endişeli olan bir azınlığa karşın, çoğunluk, ortalama bir demokrasiye sahip olduğumuza inanıyor. Halkın yüzde 95’i, demokrasinin siyasal sistemler içinde en iyisi olduğunda hemfikir. Yüzde 72’lik bir çoğunluk, cuntaların kötü olduğu görüşünde.
Yurttaşların liderlerini özgürce seçmeleri gereğine inananlar yüzde 77, referandum yoluyla yasaların değiştirilebileceğine inanlar yüzde 75, bireylerin haklarının temel özgürlüklerle korunmasına inananlar ise yüzde 72’ye ulaşıyor. Sol, merkez ve sağ ideolojik gruplar arasında referandum/demokrasi ilişkisinin genel değerlendirilmesinde farklılık gözlenmiyor. Referanduma verilen destek siyasi partilerin söylemlerini yansıtıyor. Bu durumda referandum sonucunu, siyasi söylemi ve karizması güçlü olan belirleyecek desek yanlış olmaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder