Siyasette irticalen konuşmanın zaman zaman ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğini geçen hafta yakinen gördük. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İngiltere ziyareti sırasında BBC’ye verdiği demeçte, İsveç ve ABD’de son dönemde Ermeni soykırımıyla ilgili yapılan oylamaların Türkiye ile Ermenistan ilişkisinin normalleşme sürecine zarar verdiğini ve Ankara’nın Türkiye’de yasadışı olarak barınan ve çalışan 100 bin Ermeni’ye hoşgörü göstermek zorunda olmadığını ifade etti.
Oylamaların mı yoksa bu açıklamanın mı daha zarar verdiğini tartışmaya bile gerek yok...
Bu arada, kulağımıza gelenlere göre, Avrupa’da bu tür konuların ne kadar hassas olduğunu bilen Dışişleri, özellikle Başbakan’a yazılı notlar vermiş, ancak Başbakan notlara bağlı kalmamayı tercih etmiş.
Konuşmada geçen 100 bin rakamının ne kadar abartılı olduğu da Erivan merkezli Avrasya Ortaklığı Vakfı’nın açıklamasıyla açıklığa kavuştu.
Tahminlere göre, bu rakam 10-12 bin seviyesinde. Doğaldır ki, değil Türkiye’deki Ermenistanlı göçmen sayısını, toplam göçmen sayısını bile bulmanın imkânı yok. Zaten burada bu insanların kaç kişi oldukları üzerinde değil, yaşadıkları hayatın insani boyutu üzerinde durmak daha doğru...
Türkiye, bölgesinde görece olarak daha fazla refaha sahip, dünya küçüldü, daha fazla haberleşme ve iletişim imkânlarıyla insanlar farklı hayatları görebiliyor. Kendi ülkelerinde ayda 30-40 dolar kazanan bu insanlar, geleceklerini başka ülkelerde arıyorlar. Bu, işin ekonomik boyutu...
Buna paralel olarak, dünyada bir de sığınma hareketleri var. Özellikle Somali, Irak gibi devletin bireyi koruyamaz hale geldiği, şiddetin sınır tanımadığı, kanın oluk oluk aktığı ülkelerden gelen korunma talepleri oluyor. Dünya nüfusunun yüzde 20‘si dünyadaki zenginliğin yüzde 80’inden faydalanırken, açlık, işsizlik, etnik ve dini çatışmalar nedeniyle yapılan göçler sırasında her yıl binlerce insan sularda boğuluyor veya sınırlar arasında sıkışıp kalıyor. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre, son birkaç yılda 5 milyon Iraklı ülkesini terk etmek zorunda kalmış.
Uzmanın verdiği bilgilere göre, daha önce uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapanlar artık insan da kaçırıyor.
Firmaların, yanlarında kaçak çalışanlara çalışma izni alması ise neredeyse imkânsız. Yasa var ancak pratikte bu iznin alınması pek mümkün değil. Ancak, “Yaradılanı yaradandan ötürü seviyorsak” göçmen sorununda teknik sorunlar teferruat olur.
Oylamaların mı yoksa bu açıklamanın mı daha zarar verdiğini tartışmaya bile gerek yok...
Bu arada, kulağımıza gelenlere göre, Avrupa’da bu tür konuların ne kadar hassas olduğunu bilen Dışişleri, özellikle Başbakan’a yazılı notlar vermiş, ancak Başbakan notlara bağlı kalmamayı tercih etmiş.
Sıfır sorun politikasıne ne oldu?
Gayet zor şartlar altında üç kuruş parayla geçinerek hayatta kalmaya çalışan bu insanları sınırdışı etme tehdidini, ne siyasi ne de insani açıdan kabul etmek mümkün değil. Çok sayıda Türk’ün de aynı şeyi yaptığını göz ardı etmemek lazım. Üstelik, komşularla sıfır sorun politikasını mihenk taşı yapmış ve bunu her fırsatta yineleyen bir hükümetin başı olarak Erdoğan’ın bu açıklamaları, insanların aklına 1915’te yaşanan tehcir olaylarını da getirdi ki, konunun en can alıcı noktalarından biri de bu...Konuşmada geçen 100 bin rakamının ne kadar abartılı olduğu da Erivan merkezli Avrasya Ortaklığı Vakfı’nın açıklamasıyla açıklığa kavuştu.
Tahminlere göre, bu rakam 10-12 bin seviyesinde. Doğaldır ki, değil Türkiye’deki Ermenistanlı göçmen sayısını, toplam göçmen sayısını bile bulmanın imkânı yok. Zaten burada bu insanların kaç kişi oldukları üzerinde değil, yaşadıkları hayatın insani boyutu üzerinde durmak daha doğru...
Türkiye’ye göç dalgası artıyor
Göçmenliği ve genel olarak göç meselesini Türkiye’deki Ermeniler özelinden çıkarırsak, 1990’lardan itibaren Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan ülkelerden ve Doğu Avrupa bölgesinden Türkiye’ye doğru bir göç dalgası yaşanıyor. Bu konularda çalışma yapan bir uzmandan aldığımız bilgilere göre, Türkiye’ye sığınma ve göçmenlik başvurularında son yıllarda rekor artış yaşanıyor. Ve bu azalmayacak da...Türkiye, bölgesinde görece olarak daha fazla refaha sahip, dünya küçüldü, daha fazla haberleşme ve iletişim imkânlarıyla insanlar farklı hayatları görebiliyor. Kendi ülkelerinde ayda 30-40 dolar kazanan bu insanlar, geleceklerini başka ülkelerde arıyorlar. Bu, işin ekonomik boyutu...
Buna paralel olarak, dünyada bir de sığınma hareketleri var. Özellikle Somali, Irak gibi devletin bireyi koruyamaz hale geldiği, şiddetin sınır tanımadığı, kanın oluk oluk aktığı ülkelerden gelen korunma talepleri oluyor. Dünya nüfusunun yüzde 20‘si dünyadaki zenginliğin yüzde 80’inden faydalanırken, açlık, işsizlik, etnik ve dini çatışmalar nedeniyle yapılan göçler sırasında her yıl binlerce insan sularda boğuluyor veya sınırlar arasında sıkışıp kalıyor. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre, son birkaç yılda 5 milyon Iraklı ülkesini terk etmek zorunda kalmış.
40-50 milyar dolarlık bir sektör
Gerek ekonomik sebeplerle, gerek korunma sebebiyle geleceğini başka yerlerde aramak zorunda kalan insanlar ister istemez kaçak göç trafiğini elinde tutanların avı haline geliyor. Uluslararası çeşitli kuruluşların rakamlarına göre, dünya genelinde her yıl 700 bin ile 2 milyon kişi, insan tacirlerinin eline düşüyor. Literatürde, bu işin bir de adı var “criminal industry” yani suç endüstrisi. Avrupa Konseyi’nin rakamlarına göre, insan ticaretinden elde edilen yıllık rakam 40 ile 50 milyar dolar arasında.Uzmanın verdiği bilgilere göre, daha önce uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapanlar artık insan da kaçırıyor.
Silah kaçıranlar, insan kaçırıyor
Uyuşturucu kaçakçılığının cezaları çok fazla, insan kaçakçılığı ile ilgili mevzuat yeni yeni oluşuyor. O nedenle insan kaçırmak hem çok daha kârlı hem de yakalandığınızda cezası çok daha düşük. Şimdilik ağırlıklı olarak mafya türü örgütler bu işin içinde. Bu insanlık dramının bir başka boyutu da kaçma yöntemiyle ilgili. Sığınma talebi olan yani uluslararası koruma haklarına sahip kişilerle diğer göçmenler aynı tekneyle, aynı yollarla kaçıyor. Koruma hakkı olanlar kimi zaman bu haklarına sahip olamıyor ve böyle sakıncalı sonuçlar ortaya çıkıyor. Sınırları ve göçü çok iyi yönetmek ve aynı zamanda bunu yönetirken insan hakları kavramlarına riayet etmek gerekiyor.Çalışma izni almak çok zor
Göçe hep olumsuz da bakmamak lazım. Farklı kültürler birarada yaşıyor, birbirlerinin kültürlerinden birşeyler öğreniyorlar. Ekonomiye katkısını da yadsımamak gerek, Ermenistanlılar gibi, Azeriler, Gürcüler, Özbekler, Moldovyalılar, Romenler ağırlıklı olarak hizmet sektöründe çalışıyorlar. Ev içi işler kadınlar için çok ideal, hasta, yaşlı ve çocuk bakımı gibi işlerle uğraşıyorlar. Erkekler ise tekstil atölyelerinde ve inşaat işlerinde çalışıyor. Rusça bilenler Laleli ve Osmanbey gibi bavul ticaretinin yoğun olduğu yerlerde tezgahtarlık yapıyor. Bu durum, bu insanlara olan talebin de bir göstergesi. En yüksek maaşı ayda 1000 dolar ortalamayla tezgahtarlık yapanlar kazanıyor. Aylık ortalama maaş 500 dolar. Ancak, bu altı hatta yedi gün 24 saat birinin hizmetinde olmayı kapsıyor. İşverenlerine bir anlamda bağımlılar. Bu şekilde çalışanların neredeyse hepsi, kazandıkları paranın önemli bir kısmını ülkelerine gönderiyor.Firmaların, yanlarında kaçak çalışanlara çalışma izni alması ise neredeyse imkânsız. Yasa var ancak pratikte bu iznin alınması pek mümkün değil. Ancak, “Yaradılanı yaradandan ötürü seviyorsak” göçmen sorununda teknik sorunlar teferruat olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder