İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kent Kültürü Yönetmeliği etkinlikleri kapsamında, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi işbirliğiyle 11-12 kasımda “21’inci Yüzyılda Yaratıcı Şehirler ve Endüstriler Sempozyumu” gerçekleştirilecek. Yaratıcı şehirler ve endüstriler ne demek? Geçen hafta Manchester Üniversitesi Kültür Ekonomisi Uzmanı İsmail Ertürk, YTÜ Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ruhi Ayangil ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, bir grup gazeteciyle bu kavramı ve bu kavram etrafında İstanbul’un nasıl konumlanabileceğini ele aldı.
‘Yaratıcı kentlerin babası’ geliyor
Dünyanın en yaşanabilir kentleri gibi artık dünyanın en yaratıcı kentleri sıralaması açıklanıyor. Londra, sanat, kültür ve moda gibi alanlarda sunduğu imkânlar bakımından dünyanın en yaratıcı kentler sıralamasında bir numara. Seul, bu yılki dünya tasarım başkenti, Berlin bir tasarım yaratıcı kent. Tasarımcılara, sanatçılara sunduğu imkânlar bakımından Barselona bu konuda çok önde bir kent. Yaratıcı kenti oluşturan pek çok parametre var ve İstanbul’un nasıl ve nerede konumlanacağı bu sempozyumda tartışılacak. Son 25 yılda kentler çok değişti ve her kıtada pek çok kent, ekonomiler, toplumlar ve kültürler yeni ihtiyaçlar yarattıkça kendi durumlarını ve potansiyellerini gözden geçirmeye başladı. Kalitenin yanında tasarımın, inovasyonun ve yaratıcılığın öne çıktığı fark edildi. Yaratıcı Şehirler kavramını ilk kez kullanan ve kurduğu Comedia adlı şirketle birçok farklı kente danışmanlık yaparak bu kentlerin yaratıcı potansiyellerine uygun yaratıcı unsurların ortaya çıkarılması için çalışan Charles Landry, kasımda yapılacak sempozyuma katılarak bir konuşma yapacak. İstanbul’da kısa vadede kurulması planlanan Yaratıcı Şehirler ve Endüstriler Enstitüsü hakkında da görüşlerini dile getirecek.
Yeni bir entelektüel tartışma gerekli
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, bu konunun nasıl gündeme geldiğini şöyle aktarıyor: “Bu işe başladığımızda kültür-sanat hayatını anlamaya, geçmişten neler alabiliriz diye bakmaya başladık. 2010’dan sonra geriye ne kalacak? Bir duyarlılık yaratmak istedik ve elitlerin dışındaki kitlelere kültür ve sanatı nasıl ulaştırabiliriz diye düşündük. 2008’de bize kültür endüstrisinden bahsettiler ve İsmail Ertürk ile biraraya geldik. Geleceğe bir şey bırakmak lazım, geriye kültür ve sanat adına ne kalacak? İstanbul nasıl bir kültür ve sanat şehri olur? 8500 yıllık bir tarihten söz ediyoruz ama bu yetmiyor buna yeni şeyler katmak lazım. En başından beri aklımızda olan soru bu.” Prof. Ruhi Ayangil de, Türkiye için bunu nasıl verimli ve kalıcı bir hale dönüştürebiliriz konusunda kafa yoranlardan biri. Ayangil, “Yeni bir düşünsel ufuk açacak, davranış ve düşünce gündemini değiştirecek bir sürecin başındayız. Lokal gündemlerle yaşamaya alıştırıldık. Çıkış kapısı olarak entelektüel bir tartışma ortamı yaratmak gerekiyor. Türkiye bunlardan soyutlanmış, kısır bir siyasi gündemle debelenip duruyor. İstanbul’da neden bir opera binasının olmadığı sorgulanmıyor ya da bu karşıt grupların mücadelesi haline geliyor. Be ferahlatıcı bir yapı değil. Bunun üzerine nefes alacak yeni alanlar yaratmak gerekiyor. Devamında Yaratıcı Şehirler ve Endüstriler Enstitüsü’ne dönüştürecek, bu konuları 24 saat canlı tutacak sosyal bir gündem değişikliği gerekiyor” diyor.
Ayangil’in anlatımında, Bozdoğan Kemeri bir ihtiyaçtır, aynı zamanda bir Bizans tasarımıdır ya da şehir hatları vapurlarının üzerinde yer alan çıpa sembolü de bir yaratıcılıktır. Yani, yaratıcı şehirler günlük ihtiyaçlarla ortaya konmuş simgelerin bütünlüğünü ortaya koyuyor.
Yaratıcılık artık ölçülebiliyor
Bu konuyla ilgili akademik çalışmalar yapan İsmail Ertürk, kültürün bir şehrin ruhunu yansıtabilmesi için kültür altyapısı gerektiğini söylüyor. Kültür ve ekonominin iç içe girmesinin 20 yıllık yeni bir olay olduğunu dile getiren Ertürk, 90’lardaki Londra ve New York rekabetini şöyle anlatıyor: “İngiliz hükümeti, Londra Belediyesi’ni New York ile rekabete soktu. Londra finans merkezi olsun ve daha fazla banka burada yer alsın diye. Bunun için kültür altyapısı şart, sinema, müzik, kitap festivalleri olması lazım. Belediye Başkanı Michael Bloomberg de Londra’nın New York’un önüne geçmesinden korkarak bir rapor yazdırmış. O raporu yazan şirketteki ekip sempozyuma gelecek. Örneğin, Abu Dabi o şehirdeki insanları tutmak için Louvre Müzesi’nin isim hakkı için anlaşma yapıyor, Dubai Viyana’daki opera binasının aynısını inşa ediyor, Katar Christie’s ile anlaşarak İslam Müzesi kuruyor. 2012’de İstanbul’da Tasarım Bienali yapılacak ve orada yaratıcı şehirler konuşulacak. Bunların Türkiye’de sistematik olarak tartışılması lazım.” Şehirlerin yaratıcılıkları ölçülürken çok farklı kriterler ele alınıyor. Ertürk, onları şöyle ifade ediyor. “Örneğin kaç Nobel ödüllü insan var bir kriter. Cannes’da ödül alan yönetmeniniz varsa, bu sizi birkaç basamak yukarı çıkarıyor. Bu da kültür üreticileri tarafından o kentte açılacak bir müze fikrini geliştiriyor. AB’nin gelecekte iktisadi kalkınmanın yaratıcı endüstrilerden nasıl faydalanacağını incelediği bir yeşil raporu var. Türkiye’nin burada yer alması gerekiyor.”
“Ars longa vita brevis”, yani hayat kısa sanat sonsuz... Bu tartışmalar Türkiye için henüz yeni ancak neler yapılabileceğine hızla karar verilip yol alınabilirse, İstanbul’un her yönden taşıdığı dinamizm onu “yaratıcı kent” olarak ilkler arasına dâhil etmek için yeter de artar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder