Hani o fakir Polonyalı muslukçu vardı ya

2005 başında Avrupa Anayasası’nın Fransa’daki referandum kampanyası sırasında ‘Polonyalı musluk tamircisi figürü’, halkın Doğu Avrupa’dan gelecek göçmen işçi korkusunu sembolize ediyordu. Fransızlar, yeni üye olmuş Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelecek işçiler nedeniyle işverenlerin fiyat kıracağından ve Fransız işçisinin refah seviyesinin düşeceğinden endişe duyuyordu. Bu söylem ve kafa karışıklığı o dönemlerde öyle ciddi boyutlara ulaştı ki, Avrupa Anayasası’nın reddedilmesine sebep oldu. Oysaki rakamlar, göçmen işçilerin Fransa’dan daha çok İngiltere’yi tercih ettiğini ortaya koyuyordu. İngiltere’nin Doğu Avrupa ülkelerinden 2004’ten bu yana 500 binden fazla işçi aldığı belirtiliyor. Bu durum Fransa’nın yabancı işçi akınına İngiltere kadar uğramadığını, bu söylemin sadece siyaset arenasındaki korku argümanlarından biri olduğunu da gözler önüne seriyor. Son rakamlara göre, İngiltere’ye giden göçmen işçiler global kriz başladığında tekrar ülkelerine geri dönmüş.  


15 yılda komünizmden AB’ye geçti

Geçen hafta Tesco Türkiye’nin, Türk lezzetlerine Avrupa Birliği kapılarını açan aktivitesi vesilesiyle bulunduğumuz Varşova’da, Polonya ekonomisine ilişkin ilginç bilgilere sahip oldum. Çok uzak değil bu yılın nisan ayında Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kacinski’nin uçağı düştü, kazada beraberindeki devlet erkânından 97 kişi hayatını kaybetti. Ancak, ülke kaza travmasını hızlı atlatmışa benziyor. Mayıs 2004’te AB üyesi olan Polonya 40 milyona yaklaşan nüfusu ile Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya ve İtalya’dan sonra AB ülkeleri arasında en fazla nüfusa sahip altıncı ülke. Doğal olarak AB içersinde diğer büyük ülkeler gibi muamele görmek istiyor. AB’ye üye olduğu 2004 yılında kişi başına 5000 dolar milli gelire sahip olan Polonya’da bu rakam şu anda 19 bin dolar. Fransa’nın o yıllarda siyasi propaganda malzemesi yaptığı Polonya ekonomisi, AB’ye giriş süreciyle birlikte hızlı bir yükseliş göstermiş. AB’nin yapısal fonlarından 2007-2013 dönemi için alacağı miktar 67 milyar avro.
Varşova’daki saray, müze ve tarihî eserlerin yenilenmesi, yolların modernize edilmesi, içme suyu arıtma tesisi yapılması ve meşhur “Varşova Gettosu” Yahudi Mahallesi’nin yeniden inşası gibi çalışmaların hepsi AB fonlarından gelen kaynaklarla gerçekleştiriliyor. Ukrayna ile birlikte 2012’de Avrupa Futbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak Polonya’ya AB kaynakları altyapı çalışmaları açısından pek yararlı oluyormuş.


Avroya geçiş tartışması ve bankacılık

Doğu Avrupa’nın krizden en sağlam çıkan ülkesi Polonya, henüz Avro Bölgesi’ne dâhil değil. Şu sıralar ülkedeki en hararetli tartışma konulardan biri de bu. Ancak, krizdeki durumu gördükten sonra geçmeme eğilimi ağır basmış. Ekonomik kriz AB üyelerini ciddi oranda etkilerken, avroya geçmemiş olan Polonya’nın büyüme hızı yıllık yüzde 1,5 civarında.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1989’a kadar Polonya Komünist Partisi tarafından yönetilen Polonya, o yılın sonlarında kurulan yeni hükümetle birlikte post-komünizm dönemine geçti. Serbest piyasa ekonomisine nispeten kolay uyum sağlayan Polonya, bankacılık sistemini de hızla Batılı standartlara ulaştırdı. Varşova’nın hemen her yerinde Avrupalı ve uluslararası bankaların binalarını görmek mümkün. İlginçtir; eskiden Komünist Parti Genel Merkezi olarak kullanılan bina şu anda Varşova Borsası olarak kullanılıyor.


Bankacıların dikkatini çekiyor

Hatırlamak gerekirse geçenlerde, İspanyol Bankası Santander Polonyalı BZ Bankası’nı 4,24 milyar avroya satın aldı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Polonya bankacılık sisteminin görünümünü negatiften durağana yükselterek, ülkedeki bankacılığın daha öngörülebilir ve daha sürdürülebilir faaliyet ortamına girdiğini açıkladı. Yeni kısa süre önce Unicredit CEO’su Doğu Avrupa’da Türkiye, Polonya ve Rusya’ya odaklanacaklarını söyledi. ABD Merkez Bankası Fed’in tahvil alımına gideceğini açıklamasının ardından gelecek yeni sıcak para dalgasının yönüyle de ilgili çeşitli rivayetler var. Türkiye’de cari açığın finansman kaynaklarından biri olan bu yeni sıcak para dalgasında uzmanlara göre Türkiye’nin iki rakibi var, biri Polonya diğeri de Brezilya.
1990’ların başından bu yana istikrarlı bir ekonomik liberalizasyon politikası izleyen Polonya, geçiş süreci ekonomileri arasında bir başarı hikâyesi olarak değerlendirilebilir. Polonyalılar, Avrupa’nın serbest dolaşımla gelip her yeri istila edeceği endişesini haksız çıkardı. Avrupa’da hâlâ Türkiye için aynı endişelerin devam ettiğini biliyoruz. Ancak Polonya örneğinden de görüleceği gibi ekonomik ve siyasi istikrar olunca, kimse ülkesini terk edip gitmek istemiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder