Ekonomide yavaş yavaş gözlenen iyileşme ne yazık ki daha istihdama yansımadı. Yansıması da zaman alacak. Seçim havasına girmiş ülkede işsizliğin seçimdeki önemi ise aşikâr. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 365 oda ve borsayı bünyesinde barındıran iş dünyasının çatı örgütü TOBB’u (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) ve dolayısıyla neredeyse tüm iş dünyasını, emek sömürücüsü olarak nitelendirdi. Geçen hafta cumartesi günü İstanbul’da esnafa yönelik strateji paketini açıkladığı toplantıda, “Vergilerin yüzde 85’ini büyük işadamları ödüyor. Türkiye’de işsizlik yapısal değil, sanal. İşveren kârından ödün vermiyor. Orada emek sömürü var. Her TOBB üyesi bir kişi işe alsa, işsizlik çözülür” demişti. Başbakan’ın bu sözlerinin ardından, TOBB’a bağlı oda ve borsaların başkanları perşembe günü Ankara’da biraraya gelerek, bir istişare toplantısı düzenledi. TOBB istişare toplantısında, “işçi ile işvereni karşı karşıya getirecek söylemlerden kaçınılmalı” dendi.
Söylem, yeni değil, 2004’ten bu yana Erdoğan’ın dilinde hep aynı sözler var. İşsizlik rakamı azalmıyor, artıyor ama Erdoğan’ın işsizlikle ilgili önerisi değişmiyor, hatta işsizliği sanal buluyor. Ama konuşmasının devamı ilginç: “TOBB’a, Bu işi siz çözdünüz çözdünüz, çözmediğiniz takdirde bundan böyle dolaştığımız illerde sanayi ve ticaret odalarıyla birebir görüşeceğiz. Böyle ‘emeği sömürerek, ben zengin oldum’ demek olmaz” diyor.
TOBB üyeleri rahatsız
Perşembe günü TOBB’un istişare toplantısında yapılan bir ankette katılımcıların yüzde 46’sı “Ekonomideki tehdidin siyasi kutuplaşma” olduğunu söyledi. İşsizlik bile bu cevabın altında kaldı. Yüzde 94’ü de Başbakan’ın “Herkes bir işçi alsın” önerisine “hayır” cevabı verdi. Verdi çünkü, Başbakan’ın önerisi hiç gerçekçi bulunmuyor, iktisatla bağdaşmıyor. TOBB üyesi 1 milyon 300 bin işyerinin yüzde 80’i, 10’dan az işçi çalıştırıyor. Bunların zaten yeni istihdama gitmeleri mümkün değil, çünkü bir kişinin dahi maliyeti bu tür işletmelere için çok yüksek. Yani, Anadolu sermayesi siyasi kutuplaşmalardan rahatsızlık duyuyor ve aynı zamanda herkesin bir işçi alsın formülünü de uygulanabilir bulmuyor. Ayrıca bu, sonuç itibariyle kapitalist bir düzen. İşsizlik sigortası gibi devletin sosyal hizmet çerçevesindeki bir konuda kim kime “işçi al, sorunu çöz” diye bir dayatmaya gidebilir ki? Tamamen toplumsal ve ekonomik bir soruna böylesi bir çare arayışı, belki toplum öncesi cemaat topluluğunun “fitre-zekât” mekanizmasını çağrıştırıyor. Bu anlayışın piyasa ekonomisine sahip ülkeler için bir mantığı yok. Aslında işadamları da, böyle bir talebin olamayacağı görüşünde, bundan rahatsız oluyor ve bunun bir şekilde Başbakan’a anlatılmasını istiyor. İşçiyle karşı karşıya getirilmek istemiyor.
Sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, yeni iş yaratmak için gerekli şartları oluşturmak hükümetin görevi. Bu gerekli şartlar oluştuğunda da, yatırım yapmak, istihdam yaratmak da özel sektörün görevi. Ancak, hükümet gerekeni yapmadığında, işadamının çok fazla yapacağı bir şey kalmıyor. İş dünyası, Başbakan’ın tavrından rahatsız. Bunu perşembe günkü toplantının ardından çok net bir dille ortaya koymadı ancak, Başbakan’ın söylemi hem kolaycı, hem popülist bulunuyor. Mesajının biraz da seçmene yönelik olduğu, gerekirse ben sizin hakkınızı savunurum demek istediği düşünülüyor.
Başbakan’ın sermayeyi, iş dünyasını karşısına almasının mutlaka kendince bir anlamı vardır...
Ancak, bizim hafızalarımızda Başbakan’ın Tekel işçilerine yönelik tavrı hâlâ çok taze. Demokratikleşmeyi, Kürt sorununu gündeminin merkezine alan Erdoğan’ın Tekel işçilerine yönelik tutumu bir ay öncesine kadar epeyce sertleşmiş, bütün kışı eylem çadırlarında geçiren işçilere, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını onlara yedirmem” demişti. Geçen hafta ise işverene “Çalışanı sömürmeyin, hakkını verin” dedi, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı açıldı. Demokrasiyi sahiplenmek, hak ve özgürlükler için mücadele vermek, birinden birini seçmek zorunda kalarak değil, tüm kesimlerin talep ve görüşlerine hakkaniyetle yaklaşarak olur.
Söylem, yeni değil, 2004’ten bu yana Erdoğan’ın dilinde hep aynı sözler var. İşsizlik rakamı azalmıyor, artıyor ama Erdoğan’ın işsizlikle ilgili önerisi değişmiyor, hatta işsizliği sanal buluyor. Ama konuşmasının devamı ilginç: “TOBB’a, Bu işi siz çözdünüz çözdünüz, çözmediğiniz takdirde bundan böyle dolaştığımız illerde sanayi ve ticaret odalarıyla birebir görüşeceğiz. Böyle ‘emeği sömürerek, ben zengin oldum’ demek olmaz” diyor.
TOBB üyeleri rahatsız
Perşembe günü TOBB’un istişare toplantısında yapılan bir ankette katılımcıların yüzde 46’sı “Ekonomideki tehdidin siyasi kutuplaşma” olduğunu söyledi. İşsizlik bile bu cevabın altında kaldı. Yüzde 94’ü de Başbakan’ın “Herkes bir işçi alsın” önerisine “hayır” cevabı verdi. Verdi çünkü, Başbakan’ın önerisi hiç gerçekçi bulunmuyor, iktisatla bağdaşmıyor. TOBB üyesi 1 milyon 300 bin işyerinin yüzde 80’i, 10’dan az işçi çalıştırıyor. Bunların zaten yeni istihdama gitmeleri mümkün değil, çünkü bir kişinin dahi maliyeti bu tür işletmelere için çok yüksek. Yani, Anadolu sermayesi siyasi kutuplaşmalardan rahatsızlık duyuyor ve aynı zamanda herkesin bir işçi alsın formülünü de uygulanabilir bulmuyor. Ayrıca bu, sonuç itibariyle kapitalist bir düzen. İşsizlik sigortası gibi devletin sosyal hizmet çerçevesindeki bir konuda kim kime “işçi al, sorunu çöz” diye bir dayatmaya gidebilir ki? Tamamen toplumsal ve ekonomik bir soruna böylesi bir çare arayışı, belki toplum öncesi cemaat topluluğunun “fitre-zekât” mekanizmasını çağrıştırıyor. Bu anlayışın piyasa ekonomisine sahip ülkeler için bir mantığı yok. Aslında işadamları da, böyle bir talebin olamayacağı görüşünde, bundan rahatsız oluyor ve bunun bir şekilde Başbakan’a anlatılmasını istiyor. İşçiyle karşı karşıya getirilmek istemiyor.
Sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, yeni iş yaratmak için gerekli şartları oluşturmak hükümetin görevi. Bu gerekli şartlar oluştuğunda da, yatırım yapmak, istihdam yaratmak da özel sektörün görevi. Ancak, hükümet gerekeni yapmadığında, işadamının çok fazla yapacağı bir şey kalmıyor. İş dünyası, Başbakan’ın tavrından rahatsız. Bunu perşembe günkü toplantının ardından çok net bir dille ortaya koymadı ancak, Başbakan’ın söylemi hem kolaycı, hem popülist bulunuyor. Mesajının biraz da seçmene yönelik olduğu, gerekirse ben sizin hakkınızı savunurum demek istediği düşünülüyor.
Başbakan’ın sermayeyi, iş dünyasını karşısına almasının mutlaka kendince bir anlamı vardır...
Ancak, bizim hafızalarımızda Başbakan’ın Tekel işçilerine yönelik tavrı hâlâ çok taze. Demokratikleşmeyi, Kürt sorununu gündeminin merkezine alan Erdoğan’ın Tekel işçilerine yönelik tutumu bir ay öncesine kadar epeyce sertleşmiş, bütün kışı eylem çadırlarında geçiren işçilere, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını onlara yedirmem” demişti. Geçen hafta ise işverene “Çalışanı sömürmeyin, hakkını verin” dedi, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı açıldı. Demokrasiyi sahiplenmek, hak ve özgürlükler için mücadele vermek, birinden birini seçmek zorunda kalarak değil, tüm kesimlerin talep ve görüşlerine hakkaniyetle yaklaşarak olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder