AKP iktidarı ve inşaat fetişizmi

Dünyanın yaşadığı sorunlar ekonomik krize mi işaret ediyor ekolojik krize mi? Hangisi hangisinin nedeni olabilir? Sürdürülebilir kalkınma ideali ne kadar sürdürülebilir? Sürdürülebilir kalkınma yerine sürdürülebilir yaşam konsepti üzerine bir sistem inşa edilebilir mi? Sadece insana dair değil, tüm bir ekosistemin yaşamını tehdit eden küresel bir çevre kriziyle baş başayız. Kalkınma odaklı politikaların sonucu olarak küresel çevre meselelerinde özellikle uluslararası platformlarda son yıllarda önemli ve ciddi bir duyarlılık var. Bu platformlar ve sivil toplum, hükümetleri çevre meselesine daha duyarlı, daha dikkatli olmaya zorluyor, örneğin seragazı salımı, yenilenebilir enerji gibi konularda daha net hedefler ortaya koyan bir yere doğru itiyor. Türkiye’de bu konuda muktedirlerin hali, sözünü dahi edemeyeceğimiz bir seviyede. Şu sıralarda, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde yapımı devam eden ya da yapımı planlanan enerji yatırımları, inşaat işleri, altyapı projeleri var. Hiçbir gücün önüne geçemeyeceği bir inşaat fetişizmi, hükümetin de pompalamasıyla her yanı sarmış vaziyette. Başta İstanbul olmak üzere pek çok büyük kent, rant merkezli inşaatlarla tıka basa dolmuş. Buna ne çevre bilinci ve ne de bu inşaatlar uğruna hayatını kaybeden işçiler engel olabiliyor. Son zamanlarda nükleer santral, Kanal İstanbul, Taksim dalış tünelleri, HES projeleri, büyük altyapı işlerinin ÇED’den muaf tutulması, orman arazilerinin satışa açılması, sayısız konut ve alışveriş merkezi inşaatları gibi, saymakla bitmez... İnşaat fetişi, TOKİ eliyle gerçekleştirilen toplu konut furyası ve tamamen mülkiyet odaklı bir kalkınma modelinin ne iktisadi olarak ne de sosyolojik olarak bir karşılığı var. Bu sistemin bir süre sonra çökmeye mahkûm olacağı da gayet net okunabiliyor. Tüm bu oldubittiye getirilen durum içinde, sivil toplumun ne dediğinin hiç önemsenmediğini de es geçmemek lazım.  Hatta, iktidarın depremi TOKİ için yeni ve devasa bir inşaat alanına dönüştürme niyetine gerekçe olarak sunması da cabası. Bununla ilgili, –TOKİ Başkanlığı’ndan bir türlü çevreyle ilgili bakanlığın da başında olduğuna alışamayan– Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası ile ilgili görüşmelerin sürdüğünü belirterek, “248 noktada kentsel dönüşüm başlattık. Türkiye’yi dalga dalga dönüştüreceğiz” diyor. Evet, yanlış okumadınız tam 248 noktada birbirinin karbon kopyası, yapı denetimi konusunda nasıl denetlendikleri bir muamma şeklinde depreme güvenli olduğu zannıyla inşa edilen ruhsuz kentler. Bakan, böyle iştahla bahseder de, TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya durur mu? Kaya, geçen hafta katıldığı bir toplantıda, “çevrecilik anlayışının topluma aykırı olmakla, marjinal olmakla, hatta toplumun yerleşik değerlerine karşı olmakla eş değer bir imaja büründürüldüğüne” dikkat çekmiş. Çevreden taviz vermeden kalkınma mümkünmüş ve hatta çevre hassasiyetiyle kalkınma birbirinin düşmanı değilmiş. Kaya’nın bahsettiği kalkınma modeli, dünyanın başka nerelerinde var bilmiyoruz ama bu haliyle müteahhitlik sektörünün gözdesi olmaya aday olduğu kesin. Ha bir de 2012 yılında hâlâ fidan dikimiyle övünmek de gülünç oluyor. Geçen haftanın bir diğer telaşlı haberi de, Başbakanlık’tan gelen nükleer santral genelgesiydi. Genelge, Akkuyu nükleer santralinin tamamlanması için her türlü iş ve işlemlerin ivedilikle sonuçlandırılacağı müjdesini veriyordu bize, bir acele el çabukluğu ile nükleer santral inşaatımız eksikçesine.Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Fatih Birol da, gerçek bir lobici gibi konuşarak, Türkiye’nin nükleer heyecanına heyecan kattı açıklamalarıyla. Birol’un Türkiye’de hızlıca ve yüksek miktarda birçok nükleer santral kurulması gerektiğini belirtmesi, bu telaşa çok uydu. Japon Asahi Shimbun gazetesindeki bir haber, Fukushima sonrası nükleer enerji kullanımını azaltmanın yanı sıra Japonların ilginç de bir karara imza attığından bahsediyordu. Okullarda okutulan ders kitaplarından nükleeri öven ifadeler çıkarılacak, onun yerine yenilenebilir enerji imkânlarından bahsedilecek. Bizde, nükleer enerji propagandası yapmak herkese serbest.  Temel dinamikleri demokrasi, özgürlük, insan hakları, toplumun geniş kesimlerince  birlikte uzlaşılmış yeni ekolojik bir anayasa, çevre ve doğa hakları olmayan iktidarın tek bir temel dinamiği var, o da inşaat, inşaat ve yine inşaat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder