Rating
kuruluşları finansal krizin patlak verdiği 2008’den bu yana
piyasaların ve hükümetlerin günah keçileri olmaktan
kurtulamadı. Geçen hafta Türkiye’nin görünümünü
pozitiften durağana çekerken öne sürdüğü gerekçelerle S&P,
Türkiye’de hem piyasaların hem de siyasilerin öfkesinden ve
küçümsemesinden kurtulamadı. S&P’nin 2011 verilere
bakarak karar verdiği, üst kurumların aldığı önlemleri ya da
açıklamaları anlamadıkları yönünde epeyce söz edildi.
Verdikleri notlar ve yorumlarla ülkelerin kaderlerine etki ettikleri
bir gerçek. Avro krizinin en vahim dönemlerinde siyasetçiler, bu
kuruluşlar için hakarete varan eleştirilerde bulunmaktan
çekinmedi. Açık şekilde kredi derecelendirme kuruluşlarının
tutumunun ekonomik krizi derinleştirdiği söylendi. Hatta onlara
karşı finansal sistemin yeniden yapılandırılması bile
konuşuldu. Kredi notlarına aşırı bağımlılıktan
kurtulunduğu gün, muhtemelen sorunun büyük kısmının da
üstesinden gelinmiş olacak. Kredi notlarına bir yasaklama
gelebilir mi, bu küresel finans ortamında mümkün değil,
istikrarsızlık yaratabilir ve kapitalizmin doğasına da pek
uymaz.
Bu işin ağababaları olarak bilinen üç büyükler –üçü de ABD kökenli– S&P, Moody’s ve Fitch, kredi derecelendirme alanını domine ediyor. S&P ile Moody’s’in ana ortakları neredeyse birebir aynı. Bu ortaklar her iki şirkette de kontrolü elinde tutuyor. En cüretkâr hamlesini geçen yıl ağustosta ABD’nin notunu düşürerek yaptı diyebiliriz. S&P’nin yüzde 100 sahibi konumundaki finans ve yayıncılık kuruluşu McGraw Hill’in ortakları arasında yer alan sekiz isim Moody’s’de de yer alıyor. Moody’s’de S&P’dekilerden farklı olarak Berkshire Hathaway’in sahibi ünlü yatırımcı Warren Buffett da sahnede. Buffett, yüzde 12,5 civarındaki hissesiyle en büyük hissedar. Fitch’in ise yüzde 60’ı Fransız Fimalac Grubu, yüzde 40’ı ABD’li Hearst Corporation tarafından yönetiliyor. Şirket aslında ABD kökenli ancak yıllar içinde el değiştirmiş.
Bu şirketlerin Avrupa ülkeleriyle ilgili son derece kötü notlar veriyor olması, Avrupa’da büyük rahatsızlık yaratıyor. Avrupa, bu kuruluşların etkisinden kurtulmaya niyetli, bu amaçla Avrupa merkezli bir kuruluşun kurulma çalışmaları hızla sürüyor. Krizle boğuşan Avrupa en azından notlar konusunda biraz rahat nefes almak istiyor gibi. ABD’li şirketlerin Avrupa ülkelerinin art arda notunu kırması üzerine gündeme gelen Avrupa rating ajansı projesi, bir ara sermaye engeline takılmıştı. Proje, ajansın kurulması için gereken 300 milyon avroluk başlangıç sermayesini denkleştirilemeyince sonuçsuz kaldı. Ancak, uluslararası medyada yer alan bazı haberlere göre, global düzeyde hizmet verecek Avrupalı bir rating ajansı kurulması için gerekli finansal desteğe ulaşılmış. Avrupalı banka ve sigorta şirketlerinden 300 milyon avro için destek sözü alınmış. Geçen hafta İtalya’da 155 bin şirketi temsil eden Confindustria Başkanı Emma Marcegaglia da aynı durumdan yakınarak, şöyle konuştu: “Avrupa’nın kredi derecelendirme kurumunu oluşturmalıyız. Bu anlamda bir reform yapmalıyız. ABD’li kredi derecelendirme kuruluşları temeli olmayan kararlar veriyor. Verdikleri kararlar çoğu zaman real ekonominin mevcut durumunu yansıtmaktan çok uzak.”
Bu işin ağababaları olarak bilinen üç büyükler –üçü de ABD kökenli– S&P, Moody’s ve Fitch, kredi derecelendirme alanını domine ediyor. S&P ile Moody’s’in ana ortakları neredeyse birebir aynı. Bu ortaklar her iki şirkette de kontrolü elinde tutuyor. En cüretkâr hamlesini geçen yıl ağustosta ABD’nin notunu düşürerek yaptı diyebiliriz. S&P’nin yüzde 100 sahibi konumundaki finans ve yayıncılık kuruluşu McGraw Hill’in ortakları arasında yer alan sekiz isim Moody’s’de de yer alıyor. Moody’s’de S&P’dekilerden farklı olarak Berkshire Hathaway’in sahibi ünlü yatırımcı Warren Buffett da sahnede. Buffett, yüzde 12,5 civarındaki hissesiyle en büyük hissedar. Fitch’in ise yüzde 60’ı Fransız Fimalac Grubu, yüzde 40’ı ABD’li Hearst Corporation tarafından yönetiliyor. Şirket aslında ABD kökenli ancak yıllar içinde el değiştirmiş.
Bu şirketlerin Avrupa ülkeleriyle ilgili son derece kötü notlar veriyor olması, Avrupa’da büyük rahatsızlık yaratıyor. Avrupa, bu kuruluşların etkisinden kurtulmaya niyetli, bu amaçla Avrupa merkezli bir kuruluşun kurulma çalışmaları hızla sürüyor. Krizle boğuşan Avrupa en azından notlar konusunda biraz rahat nefes almak istiyor gibi. ABD’li şirketlerin Avrupa ülkelerinin art arda notunu kırması üzerine gündeme gelen Avrupa rating ajansı projesi, bir ara sermaye engeline takılmıştı. Proje, ajansın kurulması için gereken 300 milyon avroluk başlangıç sermayesini denkleştirilemeyince sonuçsuz kaldı. Ancak, uluslararası medyada yer alan bazı haberlere göre, global düzeyde hizmet verecek Avrupalı bir rating ajansı kurulması için gerekli finansal desteğe ulaşılmış. Avrupalı banka ve sigorta şirketlerinden 300 milyon avro için destek sözü alınmış. Geçen hafta İtalya’da 155 bin şirketi temsil eden Confindustria Başkanı Emma Marcegaglia da aynı durumdan yakınarak, şöyle konuştu: “Avrupa’nın kredi derecelendirme kurumunu oluşturmalıyız. Bu anlamda bir reform yapmalıyız. ABD’li kredi derecelendirme kuruluşları temeli olmayan kararlar veriyor. Verdikleri kararlar çoğu zaman real ekonominin mevcut durumunu yansıtmaktan çok uzak.”
S&P’nin
geçen haftaki kararının ardından Başbakan Erdoğan’ın konuyu
Bakanlar Kurulu toplantısında gündeme aldığı, Türkiye’nin
uluslararası alanda yeni bir not sistemi arayışına girmesinin ele
alındığı medyaya yansımıştı. G-20 ülkelerinin de bu
kuruluşlarla sorunları olduğundan Türkiye’nin bu alanda
liderliğe soyunduğu belirtiliyor. Bu alanda
Japonya’nın JCR-Eurasia, Çin’in Dagong
Global Credit Rating adında Batılılara alternatif rating
kuruluşları olduğunu da hatırlatalım.
Tabii,
bu şirketler kamu yararına ya da ülkelerin hayrına bu not verme
işlerini takip etmiyor. Rating kuruluşları auditing için yani
yıllık hesap denetimi için belli bir ücret alıyor. Dolayısıyla,
hem not ölçümü yaptırıp hem de şirket notu açıklayınca
rating şirketini kötülemek pek akıl kârı bir durum değil. Aynı
durum kredi notu ölçümü yaptıran şirketler ve finansal
kuruluşlar için de geçerli. Örneğin, bir kurum, 500 milyon
dolarlık bir bono ihracı gerçekleştirecek ve yatırımcılar
bunun bir kredi derecelendirme kuruluşu tarafından
notlandırılmasını istiyor. Bu da aşağı yukarı 250 bin dolar
ücret ödenmesi anlamına geliyor. Eğer bono ihracı 160 milyon
doların altında kalırsa, asgari ödeme 80 bin dolar oluyor. Çok
büyük bono ihracatçısıysa yatırımcılar her üç ajans
tarafından da değerlendirme isteyeceği için bu 750 bin doları
buluyor. Kâr tatlı ve rating kuruluşlarının sistemi
bir anlamda esir aldıkları açık.
İşin
bu boyutu bir yana, “kredi derecelendirme kuruluşlarına
ödemeyi, tahvili çıkarıp kredi alanlar değil yatırımcılar
yapmalı” diye de bir görüş var. Burada da bir
çıkar ilişkisi çelişkisi ortaya çıkabilir ancak,
temel sorun zaten sistemin tek bir tarafın görüşüne göre
belirlenmesi. Burada kilit önemdeki nokta şu, bir rating
kuruluşu görüş açıkladığında bunun sadece bir görüş
olarak değerlendirilmesi, tartışılması teklif dahi edilemez bir
gerçek olarak ortaya konmaması. Değerlendirmeler bir
analiz olarak görülerek, bir mahkeme kararı gibi algılanmazsa
sinirler de bu kadar çok gerilmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder