Hükümetin
uzun zamandır kullandığı “enerjide dışa
bağımlılık” argümanının altında enerjide ciddi,
geleceği planlanmış, kazalara yönelik tedbir ve çevresel etki
analizleri yapılmış bir politikasının olmayışı yatıyor.
Kabinede, Başbakan’dan ekonomi kurmaylarına kadar tek
ağız birliği edilen konu, enerjide dış bağımlılık ve yerli
enerji kaynaklarına geçme gerekliliği. Buna ek olarak,
enerjinin cari açığı en fazla arttıran ithalat kalemi oluşu,
her demecin neredeyse olmazsa olmazı. Daha önce HES projelerini
hızlandırmak amacıyla kullandıkları bu argümanı, son
zamanlarda nükleer santral yapımını bastırmak ve buna kamuoyu
yaratmak amacıyla kullanıyorlar. Bu argümana en son alet edilen
ise elektriğe yüzde 8 ve doğalgaza yüzde 18 civarında yapılan
fahiş zamlar oldu.Petrol ve döviz kurundaki değişime bağlı
olarak BOTAŞ doğalgaz fiyatlarını, EPDK ise elektrik fiyatlarını
her üç ayda bir gözden geçiriyor. Şimdi, sektör temsilcileri,
temmuzda yeni bir zam dalgası geleceğinden bahsediyor. Aslında
elektriğe yapılan zammın yüzde 15 civarında olması gerektiği
ama rakam çok yüksek olacağı için zammın daha düşük
tutulduğu belirtiliyor.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, zamların ardından gelen eleştiriler sonrası, bu artışa gerekçe olarak Ortadoğu’daki istikrarsızlığı ve fiyat artışlarını gösterdi. Türkiye’nin 2011’deki 77 milyar dolarlık cari açığının 54 milyar dolarını enerji ithalatı oluşturuyor. Yıldız, petrol fiyatlarında artış eğiliminin devam etmesi halinde enerji ithalatının 2012’de 65 milyar dolara çıkacağını bunun da cari açığa ekstra 10-11 milyar dolar etki yaratacağını söylemişti. Akan bir su gördüğünde üstüne HES yapmadan duramayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da, “HES’ler bizim elektriğimizin sigortası... 45 milyar doları her yıl enerjiden dolayı dışarıya veriyoruz. Cari açığımızın temel sebebi de bu. HES’ler kalkınmanın lokomotifi olacak” demişti. Enerji üretimi bahanesiyle çevre katliamı yapılmasına karşı çıkan halkı ve sivil toplum kuruluşlarını enerji üretimi karşıtıymış gibi sunmak da işin cabası.
Enerji ithalatı toplam ithalatın yüzde yaklaşık 25’ini, cari açığın ise yaklaşık yüzde 85’ini oluşturuyor. Dolayısıyla şu kısırdöngüden çıkmak mümkün değil: En büyük motoru inşaat olan kalkınmacı politikalar yaygınlaştıkça enerji ihtiyacı artıyor, enerji ihtiyacı arttıkça da dışa bağımlılık ekseninden çıkılamıyor.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, zamların ardından gelen eleştiriler sonrası, bu artışa gerekçe olarak Ortadoğu’daki istikrarsızlığı ve fiyat artışlarını gösterdi. Türkiye’nin 2011’deki 77 milyar dolarlık cari açığının 54 milyar dolarını enerji ithalatı oluşturuyor. Yıldız, petrol fiyatlarında artış eğiliminin devam etmesi halinde enerji ithalatının 2012’de 65 milyar dolara çıkacağını bunun da cari açığa ekstra 10-11 milyar dolar etki yaratacağını söylemişti. Akan bir su gördüğünde üstüne HES yapmadan duramayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da, “HES’ler bizim elektriğimizin sigortası... 45 milyar doları her yıl enerjiden dolayı dışarıya veriyoruz. Cari açığımızın temel sebebi de bu. HES’ler kalkınmanın lokomotifi olacak” demişti. Enerji üretimi bahanesiyle çevre katliamı yapılmasına karşı çıkan halkı ve sivil toplum kuruluşlarını enerji üretimi karşıtıymış gibi sunmak da işin cabası.
Enerji ithalatı toplam ithalatın yüzde yaklaşık 25’ini, cari açığın ise yaklaşık yüzde 85’ini oluşturuyor. Dolayısıyla şu kısırdöngüden çıkmak mümkün değil: En büyük motoru inşaat olan kalkınmacı politikalar yaygınlaştıkça enerji ihtiyacı artıyor, enerji ihtiyacı arttıkça da dışa bağımlılık ekseninden çıkılamıyor.
Yıldız,
doğalgaz ve elektrik zamları bahanesiyle nükleer santralden geri
dönüş olmayacağını ifade ederek, “Artık ok yaydan
fırlamıştır ve geriye dönüş yoktur” demişti. Bu noktada
anlaşılmayan mesele şu: Türkiye’de ilk nükleer santral Mersin
Akkuyu’ya standartları son derece şaibeli Rusya’da hakkında
soruşturmalar yürütülen Rusatom tarafından yapılacak ve
işletilecek. Bu dışa bağımlılığı azaltmayacağı gibi
Ruslardan gaz almak için verilen para aslında Ruslara yaptırılacak
nükleer santralin finansmanı için kullanılacak. Sinop’a
yapılması planlanan ikinci santral için Fukushima felaketi sonrası
Japon TEPCO’nun teklifini geri çekmesinin ardından yatırımcı
arayışı sürüyor. Üstelik nükleerle ilgili henüz düzenleme,
denetleme kriterleri ve kurumları oluşturulmuş değil. ÇED
raporunun akıbetinin ne olduğu belirsiz. Nükleeri sürekli
yapmaktan bahseden hükümet, bir kaza ânında ne yapılacağını
anlatmıyor.
The Economist dergisinde yer alan kapsamlı bir analiz, petrol fiyatlarının sanıldığı gibi petrol üreten ülkelerdeki bir arz sorunu nedeniyle artmadığını ortaya koydu. Fiyatlar Ortadoğu’daki gelişmelere bağlı olarak psikolojik sebeplerle artıyor. Analizde, petrol üreticisi ülkelerin kendi petrol tüketimlerini arttırdıkları grafiklerle anlatılmış. Mesela, Suudi Arabistan’ın günlük tüketimi 1,2 milyon varil artmış. Günlük 2,8 milyon varil tüketimle Suudi Arabistan dünyanın altıncı büyük tüketicisi olmuş. Kendi üretiminin dörtte birini kendisi tüketmeye başlamış. Aynı şekilde İran, Katar ve Rusya’nın da tüketiminde artış var. Analiz, tüketimdeki bu yükselişi Körfez ve OPEC ülkelerindeki nüfus artışına bağlıyor. Üstelik bu ülkeler, petrol ve doğalgaz kaynaklarını bilinçsizce kullanıyor, Suudiler elektriğin yüzde 65’ini petrolden üretiyor. Dolayısıyla bu ülkeler kendi ürettikleri petrolü, artan seviyelerde kendileri tüketmeye devam ettikleri sürece enerji fiyatlarındaki yükseliş trendi sürecek demektir. Durum, Türkiye’nin enerji ithalatı faturasını bu gelişmeler ışığında küçültülemeyeceğini gösteriyor, çeşmenin başını tutan fiyatı belirliyor, bizim gibi ithalatçı ülkeler çareyi zamlarda buluyor. Enerjideki strateji eksikliği, yerel kaynakların kâr hırsıyla şirketlere paylaştırılması, güneş, rüzgâr, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının reddedilmesi, yerli kaynak derken yine başka ülkenin teknolojisine esir olma hali ne zamların ne de kabaran enerji faturasının önüne geçecek gibi durmuyor...
The Economist dergisinde yer alan kapsamlı bir analiz, petrol fiyatlarının sanıldığı gibi petrol üreten ülkelerdeki bir arz sorunu nedeniyle artmadığını ortaya koydu. Fiyatlar Ortadoğu’daki gelişmelere bağlı olarak psikolojik sebeplerle artıyor. Analizde, petrol üreticisi ülkelerin kendi petrol tüketimlerini arttırdıkları grafiklerle anlatılmış. Mesela, Suudi Arabistan’ın günlük tüketimi 1,2 milyon varil artmış. Günlük 2,8 milyon varil tüketimle Suudi Arabistan dünyanın altıncı büyük tüketicisi olmuş. Kendi üretiminin dörtte birini kendisi tüketmeye başlamış. Aynı şekilde İran, Katar ve Rusya’nın da tüketiminde artış var. Analiz, tüketimdeki bu yükselişi Körfez ve OPEC ülkelerindeki nüfus artışına bağlıyor. Üstelik bu ülkeler, petrol ve doğalgaz kaynaklarını bilinçsizce kullanıyor, Suudiler elektriğin yüzde 65’ini petrolden üretiyor. Dolayısıyla bu ülkeler kendi ürettikleri petrolü, artan seviyelerde kendileri tüketmeye devam ettikleri sürece enerji fiyatlarındaki yükseliş trendi sürecek demektir. Durum, Türkiye’nin enerji ithalatı faturasını bu gelişmeler ışığında küçültülemeyeceğini gösteriyor, çeşmenin başını tutan fiyatı belirliyor, bizim gibi ithalatçı ülkeler çareyi zamlarda buluyor. Enerjideki strateji eksikliği, yerel kaynakların kâr hırsıyla şirketlere paylaştırılması, güneş, rüzgâr, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının reddedilmesi, yerli kaynak derken yine başka ülkenin teknolojisine esir olma hali ne zamların ne de kabaran enerji faturasının önüne geçecek gibi durmuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder