Kendilerinin
yarattığı trafik eziyetini ne zaman üçüncü köprü için
gerekçe olarak pazarlayacaklar diyordum ki, cuma günü gazetelerin
üçüncü köprü güzellemesinden geçilmediğini gördüm. AKP
iktidarı deprem korkusuyla kentsel dönüşümü, trafik eziyetiyle
de üçüncü köprüyü meşrulaştırmaya çalışıyor. Geçen
hafta Türkiye ve İstanbul, bir yandan İstanbul Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ın açıklamalarıyla diğer yandan Ulaştırma
Bakanı Binali Yıldırım’ın taslak projeyi tanıtmasıyla
senkronize şekilde üçüncü köprü propagandasına maruz kaldı.
Topbaş, köprü bakımı nedeniyle İstanbul’da haftalardır
yaşanan trafik kaosuyla ilgili ağzındaki baklayı çıkardı,
“Üçüncü köprüye karşı çıkanlar şimdi ne diyecek? İşte
ihtiyaç. Marmaray projesini arkeolojik kazılar nedeniyle dört yıl
geciktirdiler. Ben mi sorumluyum? Ayrıca köprü bakım işi benim
değil” diyerek, hem işin içinden sıyrılmaya çalıştı, hem
de dolaylı olarak üçüncü köprüye teslim olunması gerektiği
mesajı verdi. Köprü bakımı görevi olmayabilir ancak yerindelik
ilkesi gereği kent ulaşımında sorumluluk yerel yönetimlerdedir,
dolayısıyla kent ulaşımının sağlıklı biçimde işlemesini
sağlamak da sizin işiniz olsa gerek...
Kentsel
ulaşım sistemlerinde alternatif geliştirmek, deniz ulaşımının
kullanımını arttırmak, arabalı vapurları daha fazla saat
çalıştırmak üç hafta sonra akıllarına gelmiş. Köprü
tıkanınca, deniz ulaşımı keşfedilmiş. Ancak Topbaş, deniz
ulaşım rakamlarına bakmış ve vatandaşın ilgi göstermediği
kanaatine varmış. Bugüne kadar kent içi ulaşımda denizden ne
gibi alternatif hizmetler sundunuz da halk geri tepti acaba? 31.5
kilometre Boğaz tarafından, 7.5 kilometre ile Haliç tarafından
bölünmüş olan İstanbul, 75 kilometrelik Marmara kıyı şeridiyle
deniz ulaşımı açısından dünyanın hemen hemen hiçbir büyük
metropolünde rastlanmayacak doğal imkanlara sahip. Buna rağmen,
İstanbul’da deniz yoluyla yapılan ulaşım, toplam ulaşımın
sadece yüzde 3’ünü oluştururken, ulaşımın neredeyse
tamamının karayoluyla yapılıyor olması bunun açıklaması ya da
bahanesi olmamalı. İktidar, tüm Boğazı monoblok betonla
kaplamaya karar verse, “İktidar ne de güzel düşünmüş”
diyebilmek için hazır beklemede olan bir güruhun varlığı da en
az bu sırf rant hedefli ve doğa düşmanı planlama kadar rahatsız
edici.
Kent
ulaşımı planlamasında ve uygulamasında merkeze “insan”
faktörü alınmadığı sürece bu tür yönetim zafiyetleriyle daha
çok karşılaşırız. Ulaşımın “araçlar için değil,
insanlar için” olduğunu şehir planlaması yapan kent
yöneticilerinin anlaması gerekiyor. Bunun bilerek veya bilmeyerek
göz ardı ettikleri çok açık zira. Bu anlayış İstanbul’u,
insanların rahatça yaşayabildiği bir kent olmaktan ziyade,
araçların rahatlıkla her yere girip çıkabileceği bir yollar ve
yapılar silsilesi haline getirdi. 1950’lerden bu yana uygulanan
ulaşım politikaları, karayoluna göre çok daha ekonomik olan
deniz ve demiryolunu geri planda bırakarak oluşturuldu. Her gelen
yeni iktidar da karayolu ulaşımını daha da arttıran projelerle
aynı yönde devam etti.
Aslında
bütün cevaplar şu soruda gizli: Diğer köprülerde de olduğu
gibi üçüncü köprü kimlerin işine yarayacak? Ekonomik ve siyasi
rantın peşinde olanların... Arazi kullanım biçimleri ve
kararlarıyla ulaşım arasındaki ilişki kentsel ulaşımla
yakından ilgilenenlerin malumu. Esasen kentsel ulaşımda marifet,
maliyeti daha düşük, etkinliği yüksek bir sistemi başarıyla
işletebilmekte. Daha rantabl ulaşım seçenekleri varken, sadece
karayolu ulaşım politikalarına ağırlık vermek, rant alanları
yaratmak dışında başka bir seçenekle izah edilemez. Üstelik
doğaya, insana, tarihe ve kültüre saygı gibi evrensel
kriterlerin, kent siluetlerinin hiç sayıldığına defalarca şahit
olmuşken... Kentsel projelerin gerçekleştirilmesinde demokratik ve
katılımcı bir karar süreci gerekliliğine ise hiç girmiyorum.
Kenti yeniden yapılandıracak projelerde sağlanması gereken,
“toplumsal konsensüs” bu iktidarın lügatında yok çünkü.
Kitle
taşımacılığı içinde birim taşıma maliyeti en düşük olanın
deniz taşımacılığı olduğu pek çok çalışma ile
netleştirilmiş bir gerçek. Bu nedenle sanayileşmiş pek çok
ülke, –ki bunların pek çoğunun Türkiye’den zengin olduğunu
da düşünürsek– kent içi taşımacılıkta yoğun şekilde
deniz ulaşımını tercih ediyor, deniz ulaşımının kullanımını
arttırmak için farklı teknolojiler geliştiriyor.
Dolayısıyla
deniz ulaşımı verimli şekilde kullanılamadığı sürece, trafik
sorunu devam edecek, trafik kaynaklı CO2 kirliliği artarak şehir
daha da kirlenecek, şehir tekrar ve yeniden kontrolsüz şekilde
büyüyecek, rant alanlarına yenileri eklenecek. Bitmek bilmeyen
şehirsel sorunlar gitgide katmerlenecek. Üçüncü köprü,
dördüncü, beşincinin önünü açacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder