Bu
hafta aklımda çok başka şeyler yazmak vardı ancak bazen akla
takılan şeyler insanı “yazmazsa rahat edemeyecek” merhalesine
getiriyor. Londra’da Olimpiyat Oyunları’nı izlemeye sayılı
zaman kaldı. İngiliz hükümeti, Olimpiyatlar için kamu
bütçesinden 9,3 milyar sterlin yani yaklaşık 14,8 milyar dolar
harcadı. Bu rakam, İngiltere’nin Olimpiyatlara ev sahipliği
başvurusu yaptığı 2005 tarihinde öngörülen rakamın neredeyse
dört katı. 27 temmuzda açılış töreni yapılacak oyunlar için
İngiltere’de artık son hazırlıklar, son düzenlemeler
yapılıyor. İnşası için yaklaşık 12 bin kişinin geceli
gündüzlü çalıştığı ve kent içinde ayrı bir kentmiş
izlenimi yaratan Olimpik Park daha ziyaretçilerini ağırlamaya
başlamadan dünya çapında büyük ilgi uyandırıyormuş. Olimpik
Park neyin nesiymiş diye ufak bir araştırma yapınca, karşıma
şu bilgiler çıktı: “450 hektarlık bir alana yayılan ve
altı temel yapının yer aldığı alanda mimari tasarımlar, düşük
karbon salınımı, etkin su ve atık dönüşümü, çevreyle uyumlu
malzeme kullanımı, bölgedeki biyolojik çeşitliliğin korunması,
hava kalitesinin arttırılması, gürültü kirliliğinin en aza
indirilmesi hedefleriyle birlikte hayata geçiriliyor. 80 bin
izleyici kapasiteli Londra 2012 Olimpiyat Stadyumu, dünyanın en
çevre dostu stadyumlarından biri. En az malzeme hedefiyle inşa
edilen yapı benzerlerine göre çok daha az enerji harcayacak.”
Buraya
kadar her şey çok şahane. Peki, sizce
İngiltere, oyunların oynanacağı bu çevre dostu Olimpiyat
Parkı’nı nereye yapmış? Hemen merakınızı giderelim: Daha
önce deneysel olarak kullanılan bir nükleer reaktör sitesinin
üzerine! Kentin doğusunda yer alan Lower Lea
Valley’de eskiden bir nükleer reaktör sitesi varmış.
İngiltere’nin 2012’de Olimpiyatları alması kesinleştikten
sonra yetkililer, hemen “hiçbir sağlık riski yoktur” yönünde
ısrarlı açıklamalar yapmış. Avrupa Birliği’nin en etkin
kalkınma ajansı olan London Development Agency tüm çevresel etki
analizlerinin yapıldığını belirterek, herhangi bir nükleer
kalıntıyla ilgili bulguya rastlanmadığı, zaten yeterli temizlik
yapılmadan çalışmalara başlanmayacağı konusunda yüreklere su
serpmiş. Ancak tartışma sürüyor.
Buradaki
reaktör Queen Mary College tarafından 1982’ye kadar nükleer
reaktör mühendisliği çalışmaları için kullanılmış ve daha
sonra kapatılmış. Kapatılalı “30 yıl geçmiş ne olacak”
diye düşünmeyin, nükleer, hükümetlerin reklamını
yaptığı şekilde asla temiz bir enerji olmadığı gibi dünyanın
en kirli enerjisi. Bir nükleer tesis en fazla 40 yıl
kullanılabilir, ardından sökülüp çevresinin temizlenmesi
gerekiyor. Bugüne kadar kullanım süresi dolmuş hiçbir reaktörün
temizliği tam anlamıyla bitirilmedi. En kötüsünü sona
bıraktım, dünyanın en kirli atıkları olan radyoaktif atıklar
10 binlerce yıl dayanıklı.
***
***
Seçim
sonrası Yunanistan’dan kesitler
Yunanistan’daki
kriz, 6 Mayıs 2012 itibariyle ekonomik olduğu kadar artık
siyasidir de. 1970’lerden bu yana iktidara gelerek ülkedeki
sistemi yozlaştıranların yerini alabilecek Syriza gibi
partilerin, adamakıllı, ayakları yere basan bir projesini maalesef
duyamadık, en büyük düsturları her şeye hayır demek dışında.
Bu da onları ziyadesiyle popülist bir yere oturtuyor. Seçimlerde
kemer sıkma önlemlerine öfkeli oylar, Troyka ile yapılan
memoranduma karşı olan partilere gitti. Seçimlerde aldığı yüzde
16,7 oyla sandıktan ikinci olarak çıkan sol koalisyon partisi
Syriza’nın lideri Alexis Tsipras, kendisine verilen hükümet
kurma görevini ikinci gün pes ederek, Cumhurbaşkanı Karolos
Papulyas’a iade etti. Tsipras, “Seçim sonrası şartlar değişti.
AB’nin daha önceki hükümetle imzaladığı anlaşmalar hükmünü
yitirdi. Başta bankalar olmak üzere finans sektörü
devletleştirilecek. Maaş ve ödemelere yönelik tüm kesintiler
geri alınarak yeniden eski seviyelere getirilecek. AB, Yunanistan’ı
değiştirmekten vazgeçmeli. AB, Yunanistan’a benzemek için çaba
harcamalı” diyor. Gerçek ise, anketlere göre, bugün seçim
yapılsa yüzde 23,8 ile birinci gelecek Syriza liderinin dediği
gibi değil. Birincisi eskisi gibi yüksek seviyelere
getirilecek maaş ve ödemelerin kaynağının nereden bulunacağı
cevaplanmaya muhtaç, ikincisi AB ülkelerinde
Yunanistan’ın durumuna benzemek isteyen başka bir ülke yok.
Avrupa’daki tüm mücadele Yunanistan gibi olmamak için veriliyor.
Bu tehlikeli vaatler, Yunanistan’da toplumsal memnuniyetsizliği
kanalize eden solun yükselişi anlamına gelse de altı boş
duruyor. Muhakkak ki iktidara Troyka ile imzalanan memorandum karşıtı
bir hükümet gelirse, kurtarma paketlerinin koşullarını yeniden
görüşür, yeniden müzakere eder. Ancak, paketleri tamamıyla
reddetmek hiç kolay görünmüyor.
1990’larda
krizi yaşayan Asyalılar, salt krizi değil, sonrasını da
öngörmeye yönelik politikalar oluşturdu, halklar da hükümetlere
yardımcı oldu. Asya, o dönem elde ettiği tecrübeleri 2008’den
bu yana süregelen mali krizde de uyguluyor. Asya devleri krize
geliştirdikleri farklı yaklaşımla sadece kendi ekonomilerine
değil, dünya piyasalarına da rahat nefes aldırıyor. Bu kriz
bugünden yarına bitecek gibi görünmüyor. Dolayısıyla, krize
karşı geliştirilen politikaların uzun soluklu, geniş kapsamlı,
reformist olması şart. Şimdi Cumhurbaşkanı Papulyas
liderleri “milli mutabakat” hükümeti kurmak için iknaa
çalışacak, yoksa takvimler 17 haziranda yine seçim diyecek.
Yunanistan’da siyasetçiler fedakârlık yapmaya hazır mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder