Geçen
hafta yaşanan iki gelişme, Türkiye ile gelişmiş ülkelerin insan
yaşamına bakışının ne kadar farklı olduğunu görmek için
önemli bir örnek oluşturdu. Japonya’da geçen yıl meydana gelen
deprem ve tsunami afetleri sonrası yaşanan nükleer santral
felaketi, beraberinde küresel anlamda pek çok tartışma
getirmişti. Japon hükümeti tarafından nükleer felaketi
soruşturmakla görevli komisyonun geçen hafta raporunu açıklayarak,
“Bu insan eliyle yaratılmış bir felakettir” demesi son derece
çarpıcıydı. Komisyon, “Fukuşima’ya bir doğal afet
diyemeyiz, bu felaket öngörülebilirdi ve önlenmeliydi”
tesbitinde bulundu. Samsun’da dere yatağına inşa edilmiş TOKİ
konutlarını sel basınca 12 kişinin ölümü için siyasiler “çok
yağmur yağdı, böyle oldu” bahanesine sığınırken, Japonya’da
uzmanlar, 8.9 büyüklüğündeki deprem ve sonrasındaki tsunamiyi
nükleer santralda olup bitenlerle ilgili bahane olarak kabul
etmiyor.
Birkaç
günden beri Taraf’ta da ayrıntılı şekilde ele alındığı
üzere yıllardır dillere destan başarıları(!) gözümüze
gözümüze sokulan TOKİ, bugüne kadar 30 milyar lirayı aşan
yatırımları ile iktidarın en korsan, en başına buyruk kurumu
niteliğinde. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 1990’lardaki
İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana gözbebeği
TOKİ, delik deşik edilen Kamu İhale Kanunu ile AKP’nin 10 yıllık
iktidarı döneminde devlet müteahhitliğinin yerini aldı. Dar
gelirlilere konut edindirmek, acil konut ihtiyacını karşılamak
gibi temel nedenlerle kurulan TOKİ, gittikçe kuruluş amacından
uzaklaştırıldı. Bunun yanında kent merkezinde yaptığı
konutları yüksek fiyatlarla satışa sunarak dar gelirli kesimler
için ise arsa fiyatlarının düşük olduğu kent merkezi dışındaki
alanlarda konut üretmesiyle zaten kuruluş amacını çoktan terk
etmiş bir görüntüde. Gecekondu bölgelerinde kentsel dönüşüm
adı altında TOKİ, arazileri dar gelirli vatandaşlardan alıyor,
onları kent dışında Hazine’den aldığı arazilerde ürettiği
konutlara götürüyor, rantın yüksek olduğu gecekondu bölgesi ve
kent merkezindeki alanlarda ürettiği konutları ise daha yüksek
gelir düzeyindeki vatandaşlara satıyor. İktidar, bir taşla iki
kuş vuruyor, hem fakirden alıp zengine satıyor hem de TOKİ
yoluyla sınıf ayrışmasını hızlandırmış oluyor.
AKP’nin
kentsel hegemonyası için biçilmiş kaftan TOKİ, zaman içinde
belediyeler tarafından hazırlanmış imar planlarına bağlı
kalmaksızın kendi imarını kendisi çıkaran, kendi ruhsatını
kendisi veren, denetlenmeyen bir yandaş zenginleştirme projesi
olarak giderek ucubeleşti. Çalışma sahasının ölçeği
değiştirilen yasalarla bütün Türkiye olarak genişledi, büyüdü.
Yıllık bilançosu, kaç kişinin çalıştığı, hangi projeden
kâr, hangi projeden zarar ettiği, hangi müteahhite hangi projeyi
verdiği, ne kadar yatırım harcaması yaptığı bilinmez, tamamen
padişah yetkileriyle donatılmış TOKİ’nin dünyada eşi benzeri
henüz yok. Zemin ve fizibilite çalışması kendinden menkul,
Türkiye’nin farklı coğrafyalarında Tekirdağ’a, Manisa’ya,
Urfa’ya, Van’a, Samsun’a hep aynı çirkinlikte ve yapı
standardı denetimsiz olduğu için dayanıklılığı meçhul
binaları sıra sıra dikmeyi sürdürüyor.
IMF bile denetleyemedi
TOKİ’nin
hiçbir şekilde şeffaf yönetilmediği, herhangi bir kanun ile
denetlenmediği artık herkesin malumu. Türkiye’nin IMF ile
stand-by anlaşmalarının sürdüğü günlerde IMF bile TOKİ
hakkında bilgi alamıyordu. TOKİ’nin Hazine garantisiyle
borçlandığı, piyasaların ABD subprime mortgage kriziyle
çalkalandığı 2008’de, IMF TOKİ’nin kapısını çalarak
hükümetin konut politikalarını, bu faaliyetleri nasıl
gerçekleştirdiğini sormuştu. TOKİ, hesapta Başbakanlık Yüksek
Denetim Kurulu tarafından denetliyor. O da doğrudan Başbakan
Erdoğan’a bağlı. Her seçim öncesi Başbakan Erdoğan’ın
katılımıyla gerçekleştirilen görkemli açılış törenleri
düşünülünce, TOKİ’nin denetlenme işi “dostlar alışverişte
görsün”den öteye gitmiyor.
Ortada
kamu arsalarını dilediğince kullanım ve denetimsiz şekilde konut
yapım keyfiyetini ele geçirmiş TOKİ’nin konutlarında ölümler
gündemdeyken, İstanbul’a dev cami yapılması tartışması da
son derece sakildi. Son dönemde yoğun şekilde gündeme gelen Kanal
İstanbul, üçüncü köprü, dev cami, Taksim’e kışla,
Dolmabahçe’ye alışveriş merkezli dev stat projeleri, totaliter
rejimlerin mimari anlayışını anımsatıyor. Hitler döneminde
Almanya’da, Stalin döneminde Sovyetlerde görülen güce tapmayı
ifade eden büyük binalar/anıtlar inşa etme, büyüklük ve şehre
imza atma merakıyla birleşince, geriye iç karartan estetikten uzak
bir iktidar teşhiri kalıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder