Doğaya egemen olma, onu sınırsız bir kaynak gibi kullanma yaklaşımı üzerine kurulan kalkınmanın bugün dünyayı getirdiği nokta ortada. Ekosistemlere verilen zararlar iklim değişikliğine neden oldu, insanlık kendi eliyle yaratılmış felaketlerle mücadele etmek zorunda. Bunun böyle devam etmemesi için farklı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Toplumun farklı kesimlerinin nasıl bir anayasa talep ettiği, uzun zamandır ülke gündemine getirilmiş olsa da, şimdi bir grup insan Türkiye’de yapılacak yeni anayasa için ilk kez “ekolojik anayasa” talebini literatüre sokmaya çalışıyor.
Diğer anayasa yazım heyetleriyle paylaşım
Girişimin amacı, yeni anayasanın doğayı bir hak öznesi olarak tanımasını sağlamak. Ekolojik Anayasa Girişimi, Türkiye’deki Yeşiller Partisi’nin öncülüğünde başlatılan bir hareket. Yeni anayasanın doğanın haklarına ve ekolojik ilkelere vurgu yapan sivil ve demokratik bir anayasa olması için tartışma başlatmak amacıyla kurulan girişimin akademisyen, hukukçu, politikacı ve gazeteci gibi farklı meslek gruplarından 40 kişilik bir Çağrıcı Grubu var. Grup, biri şubatta, diğeri geçen hafta olmak üzere iki çalıştay düzenledi ve önerilerini ortaya koydu. Bundan sonraki hedef, diğer anayasa çalışması yapan gruplarla irtibata geçmek. Bir sonraki adımda 12 haziran seçimlerinin ardından siyasi partilere Ekolojik Anayasa Girişimi metninin sunulması var. Değişik illerde çalışmanın anlatılarak, daha geniş kitlelerde farkındalık yaratılması da hedeflerden biri.Ekolojik vatandaşlık
Mutabakat sağlanan görüşlerden bazıları şöyle: Yeni anayasa insan merkezli değil ekoloji merkezli olmalı. Anayasada insan, çıkarları ve geleceği doğadan ayrı ve bağımsız bir varlık gibi tanımlanmamalı, anayasa insanı tabiatın bir parçası olarak görmeli. İnsana saygı, çevreyi metalaştırma hakkını vermez. Hayvan hakları anayasal güvence altına alınmalı, hayvanlara yönelik suçlar ceza yasası kapsamında değerlendirilmeli. Vatandaşlık, doğaya zarar vermemek ve gelecek kuşaklar adına onun emanetçisi olmak anlayışına uygun olarak ekolojik sorumluluk çerçevesinde tanımlanmalı. Özel mülkiyet, hakların korunması gözetilerek, kamu yararı yanı sıra çevrenin korunması amacıyla da kısıtlanabilir. Çevre sorunlarının ulusal sınırlarla sınırlandırılamayacağı, küresel bir anlayışın zorunlu olduğu kabul edilmeli.Ekoloji merkezli kamu yararı
Ekolojik anayasanın mutabakat metninde kamu yönetimi ilkelerine de geniş yer verilmiş. Oradaki ilkeler ise şöyle sıralanıyor: Yeni anayasa, bireylerin ve sivil toplumun çevre konularında bilgi edinme, karar mekanizmalarına katılma ve yargıya erişim haklarını garanti altına almalı. Kamu yönetimi, çevrenin ve doğal varlıkların kullanımında, yönetiminde ve muhafazasında doğal dengenin gözetilmesinden yükümlü olmalı. Yeni anayasada kamu yararı ilkeleri ekoloji merkezli bir bakış açısıyla yeniden tanımlanmalı. Ekosisteme kalıcı olarak zarar vermiş uygulamaların oluşturduğu doğal ve sosyal tahribatın belgelenmesi ve tazmini için tedbirler bir kamu sorumluluğudur. İklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğa korumayla ilgili tüm uluslararası anlaşmalara taraf olunmalı ve anlaşma hükümleri iç hukuka aktarılmalı.Metinde yer alan en önemli maddelerden biri ise şöyle ifade edilmiş: Sürdürülebilir kalkınma ilkesinin doğa korumacıları değil, doğayı tahrip eden şirket ve yönetimlerin elinde her kapıyı açan sihirli bir anahtar haline geldiği ve uygulamada her zaman kalkınma lehine kullanıldığı, bu kavramın hukuksal değil, ideolojik bir kavram olduğu dikkate alınmalı. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınma kavramının yeni anayasada yer almasının önüne geçilmesi gerekir.
Dünyada Bolivya, Kenya, Ekvator gibi ülkeler dışında ekolojik anayasa konseptiyle hazırlanarak yürürlüğe konmuş anayasa yok. Ancak, bu konuda kabul görmüş birçok uluslararası bildirge ve sözleşme var. Bunların kaynak olarak kullanılması da metinde önerilen konulardan biri.