Türkiye’de son dönemde büyüme ve kalkınma odaklı ekonomi modelinin bir unsuru olarak yapılmak istenen HES’ler, nükleer enerji santralleri gibi projelerle çevre ve ekoloji ile ilgili konulardan çokça söz edilir oldu. Biz henüz ‘Çernobil’den ders çıkarmıyoruz bari Fukushima’dan korkun’ diyorduk ki, karşımızda Başbakan’ın ismiyle müsemma çılgın projesi denilen devasa bir Kanal İstanbul projesi bulduk. Karadeniz ile Marmara Denizi arasına kanal açma üzerine kurulu proje, şüphesiz pek çok tartışmayı da beraberinde getiriyor. Karadeniz ile Marmara arasına açılacak bu kanal ile Panama gibi gemilere alternatif geçiş sağlanacakmış.
Çevre Etki Değerlendirme! O da ne?
Tahmin edeceğiniz gibi projeye çevrecilerle birlikte bilimadamlarının pek çok noktada itirazı var. Karadeniz ile Marmara arasında Boğaz’daki akıntılardan oluşan su akımından farklı olarak doğal dengeyi bozacağı ve farklı sorunlar ortaya çıkaracağı yönünde görüşler var. Üstelik sadece sudaki değişime yönelik değil, tüm ekosistemi etkileyebilecek bir olumsuzluktan bahsediliyor. Kanalın yapılması halinde, tuzluluk açısından yatay denge bozulacak, Karadeniz’in tuzluluğu azalacak ve tatlı su gölü haline gelecek. Mevcut fauna ve flora yapısı yokolacak. Havzadan su çıkışı artacağı için havza kendisine su taşıyan nehirlerden daha fazla su isteyecek. Havzaya su taşıyan nehirlerin su seviyeleri azalacak, hatta kurumaları söz konusu olacak. Hacettepe Üniversitesi’nden Cemal Saydam hocanın görüşü konuyu gayet iyi özetliyor ve şöyle anlatıyor: “Süveyş Kanalı’nın iki tarafındaki denizdeki tuzluluk oranı birbirine yakın ve Süveyş Kanalı bu iki denizin tuzluluk oranlarını bozmaz. Korent ve Panama Kanalları doğu-batı istikametinde olduğu için her iki yakadaki deniz suyu tuzluluğu eşit ve bu kanallar tuzluluk açısından bu denizlere etki yapmaz. Karadeniz’in tuzluluk oranı yüzde 0,19 iken Marmara’nın tuzluluk oranı yüzde 0,38. İstanbul Boğazı’nın derinliği yeterli olduğu için üstten az tuzlu su güneye giderken, alttan çok tuzlu su kuzeye gidiyor ve denge bozulmuyor. 25 metre derinlikte bir kanal yapılacağı için üstten kuzey güney istikametinde az tuzlu su yine akacak ama alttan çok tuzlu su kuzeye akamayacak. Bu durumda havzadan net az tuzlu su çıkışı olacak. Net çok tuzlu su girişi de azalacağı gibi Karadeniz’in tuzluluk oranı uzun vadede gittikçe azalacak. Bu da suyun kaldırma gücünü olumsuz etkileyecek ve hatta 300 bin dwt’luk tankerler artık yeterli su kaldırma kuvveti olmayacağı için geçemeyecekler.” Saydam’ın konuyla ilgili açıklamalarını okuyunca, proje hazırlanırken bilimadamları bunları bilmiyor olabilir mi sorusu akla geliyor ki, bilmemeleri imkânsız.
Sınır aşırı ÇED raporu gerekli
Bunlar işin özetle çevreyle ilgili boyutu. Bir de Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerle ilgili boyutu var. Türkiye dışında, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan’ın da Karadeniz’e kıyısı var. Bu tip projeler sadece o projenin hayata geçtiği ülkeyi değil, Karadeniz’e kıyısı olan tüm ülkeleri ilgilendiriyor. Projeyle ilgili bir ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) analizi yapılması halinde, projenin etkilerinin sadece kanalın gerçekleştirileceği Karadeniz ve Marmara kıyılarını değil, Karadeniz’e kıyısı olan tüm ülkeleri ilgilendirdiğini de hesaplamak lazım. Üstelik Karadeniz’e kıyısı olan bu ülkelerin ikisi Avrupa Birliği üyesi. Yani, Türkiye’nin “bu bizim iç işimiz, uluslararası boyutu yok, size mi soracağız” demek gibi bir durumu yok. Her ne kadar hükümet, 3’üncü köprü, Akkuyu ve Sinop Nükleer Santralleri, Ilısu Barajı gibi büyük projeleri ÇED’den muaf tutma uyanıklığını gösterse de, Kanal İstanbul gibi bir proje için sınır aşırı ÇED hazırlanması gerekiyor. Bağımsız uzmanlar tarafından hazırlanan raporların ortaya çıkması yıllarca sürerken, genel olarak ÇED raporunun finansmanını da projeyi yapmak isteyen ülke ödüyor.
Hesap verebilirlilik önemli
Böyle bir projeye hazırlanacak ÇED raporunun maliyetinin de milyon dolarlar mertebesinde olduğu belirtiliyor. Çok farklı parametre gözetileceği için raporun olumsuz çıkma olasılığı da hesaba katıldığında, bu maliyetli işe ödenecek paranın çöpe atılacağını söylemek yanlış olmaz. Kanal İstanbul için böyle bir raporun sonucunun ne olacağını kestirmek zor değil, birkaç gündür bu konuda uzmanların söyledikleri ortada. Böyle durumlarda Avrupa ne yapıyor diye bakıldığında, hem büyüklük, hem de birden fazla ülkeyi ilgilendirmesi sebebiyle Manş Tüneli’nin yapımı akla geliyor. İlginçtir, Manş Tüneli için hazırlanan ÇED raporu, proje sahiplerinin projenin çevre üzerindeki etkileri konusunda hesap verebilirliklerinin aracı haline getirilmiş. Yani ÇED bulguları, çevreye gelebilecek zararlar konusunda proje sahibini sorumlu tutmuş. Tünelin yapılacağı dönemde ÇED raporu çok önemli bir rol oynamış.
Manş Tüneli’ndeki etki analizi
Hatta Avrupa Komisyonu, ÇED raporlarında projenin vatandaşlar üzerinde direkt, ikincil veya kümülatif, kısa, orta ve uzun vadeli, kalıcı veya geçici, pozitif veya negatif sonuçlarının değerlendirilmesini istemiş. Bağımsız çevre uzmanları tarafından yapılan 46 tavsiyenin 42’si Manş Tüneli’nin kurucu anlaşmasına girmiş. Bunların arasında topografya, yeraltı suları, hidrojeoloji, toprak kalitesi ve tarım, karasal ekoloji, kıyısal hidrografi, deniz ekosistemi ve balıkçılık, arkeoloji, mimari miras, yerleşim, elektrik altyapısı ve telekomünikasyon, su ve gaz altyapısı, enerji tüketimi, dizayn ilkeleri ve görsel etki, ulaşım ağı, gürültü ve titreşim emisyon ve kalıntıları, hava, su ve atık emisyon ve kalıntıları başlıklarından oluşan 18 ayrı etki analizi yapılmış.
Çılgınların böyle “lüzumsuz” konularla işi olmaz ama bu defa kaçış yok.
150 metre genişliğinde bir kanal hayal ediyorum. Öndeki devasa geminin arkasında korna çalan uzun kısa yapan sabırsız gemiler. (Üstelik tankerleri böyle bir kanaldan ancak çekiciyle geçirebilirsiniz ve trafik mutlaka tek yönlü akar.) Hemen bir kaç kilometre arkasında yanan bir tankeri seyreden halkım ağzından salya akıtarak öylece bakıyor. ( Halkımın en sevdiği ve dayanamadığı bir manzaradır bu. )Sonuç: Ne istediğine dikkat et, ya sahip olursan...
YanıtlaSil