Patronların derin sessizliği

Geçen hafta Süleyman Yaşar Sabah gazetesindeki köşesinde Türkiye'nin duayen işadamlarından İshak Alaton'la yaptığı bir sohbetten notlar aktardı. Alaton, orada "TÜSİAD arkaik bir kuruluş oldu. Onu, enjeksiyonla yaşatmaya çalışmak doğru değil. TÜSİAD kapatılıp yerine yenisi kurulmalı. Başka çare yok" diyordu. Alaton'un TÜSİAD'a yönelik eleştirileri yeni değil, öteden beri biliniyor. 12 Eylül referandumu döneminde de bu eleştirilerini yinelemişti. Alaton'un eleştirilerini "TÜSİAD'daki diğer patronlara da soralım onlar ne düşünüyor" dedik ama karşımıza derin bir sessizlik çıktı. Şimdi burada isimlerini tek tek saymayacağım. Ama kimi aradıysam ya bu konuyla ilgili konuşmak istemediğini belirtti ya da yazıyı okumadığını dolayısıyla bu konuyla ilgili bir yorum yapamayacağını söyledi.

"Patronların işi istihdam sağlamak"
Alaton'un Yaşar'ın köşesinde anlattıkları dikkat çekici, şöyle diyor: "Ben TÜSİAD'la yolumu 1997'de ayırdım. Rahmetli Bülent Tanör'e hazırlattığımız Demokratik Anayasa Raporu kabul edilmeyince, bazı TÜSİAD üyeleriyle demokrasi kavramında anlaşmamızın mümkün olmadığını gördüm" diyor. O dönemlerde, ismi bende saklı ama tüm Türkiye'nin tanıdığı büyük holding patronları, "Bu demokratikleşmi işleri bizim işimiz değil, bizim işimiz istihdam sağlamak" demiş. Alaton da, TÜSİAD'daki bu bakış açısının demokrasi anlayışına uymadığını o dönemde fark etmiş ve yolunu ayırmış. Hatta, duyduğuma göre Yaşar'ın bu konuyla ilgili yazısının ardından da kendisine çok farklı yerlerden çok farklı tepkiler gelmiş.


Danışma Kurulu önerisi gerçekçi mi?
Referanduma neden "evet" demediklerinin gerekçesini açıklamak üzere geçenlerde Bülent Eczacıbaşı'nın isteği üzerine İshak Alaton, Ümit Boyner ve Can Paker biraraya gelerek bir yemek yemişler. Boyner, yemekte İshak Alaton'a, TÜSİAD'ın anayasa referandumunda değişikliğe niye açıkça "evet" diyerek destek vermediğini anlatmaya çalışmış. İki madde hariç diğerlerine evet diyorlarmış, özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesi'yle ilgili değişikliklere "evet" diyememişler. Alaton, 'TÜSİAD'ın anayasa değişikliği paketindeki bu iki maddeye itiraz etmesini kabul edemiyor. Bunu Başkan Boyner'e de söylemiş.
Boyner'in, "TÜSİAD olarak Güneydoğu'da Yatırım ve Danışma Kurulu kurmak istiyoruz" önerisi de çeşitli çevrelerde farklı yorumlara neden oluyor. İlk başta somut ve net bir öneri gibi görünen bu teklif, artık bu konuda söylenmedik hiçbir çözüm kalmadı, yatırım vaktidir, danışma kuruluna ne gerek var diye de yorumlanıyor. Türkiye, seçim dönemine girdi, bundan sonra alınacak tavırlar merak ediliyor. Bu süreçte söylenecekler kurumların duruşları açısından belirleyici olacak.


Vardan: Kurumları günün
şartlarına göre yenilemek lazım

TÜSİAD'a yönelik eleştirilere yönelik derin sessizlik süredursun, aynı soruyu MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan'a da yönettim. Vardan, başka bir kurum hakkında konuşmanın kendilerine yakışmayacağını, sadece kendi yaptıklarından sorumlu olduklarını dile getirdi. Vardan, haklı ama şunları söylemekten de geri durmadı: "20 yıl önceye bakacak olursak, TÜSİAD tüm ihtiyaçları karşılıyor olsaydı MÜSİAD'a ihtiyaç olmazdı. MÜSİAD'dan sonra da başka alanlara hitap eden kurumlar kuruldu. Bu kuruluşlar ihtiyaçlara göre ortaya çıkıyor. Tabi, dernekleri de günün şartlarına göre, konjonktüre göre yenilememiz ve geliştirmemiz gerekiyor. Orada da değerli arkadaşlar çalışıyor ama farklı kesimlere hitap ediyoruz."
Geçen yıl mayıs ayında Vardan'ın başkanlığı döneminde MÜSİAD, 20 yıllık tarihinde TÜSİAD'a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Buluşma kararlaştırılmış ancak iki derneğin de başkanlarının yoğun programları nedeniyle bir türlü biraraya gelinememiş. Şimdi başkanlar ve heyetleri ocak sonu şubat başı yeniden buluşacak, ekonomik gündemi değerlendirecek.


* * *


En sıcak yıl rekoru 2010'un oldu

Geçen hafta medya Muhteşem Yüzyıl, Kanuni'nin haremi, içki yasağı ve okulda kızlarla erkeklerin 45 santimetreden daha fazla birbirine yaklaşmaması gibi çok önemli haberlerle meşgul olduğundan gazetelere yansımayan can sıkıcı haberlerden bahsedeyim. Brezilya'da ve Avustralya'da geçen hafta yaşanan sel felaketlerinde pek çok kişi yaşamını yitirdi. Bilimadamları, dünya kötü hava koşullarının yol açtığı felaketlerle mücadele ederken, iklim ısındıkça aşırı hava koşullarının şiddetini ve sıklığını arttıracağına dikkat çekiyor.
Küresel ısınmayla, kaotik durumların, kuraklıkların ve sellerin daha şiddetli olması bekleniyor. Sigorta şirketi Muhich Re'nin istatistiklerine göre 2010'un ilk dokuz ayında hava koşullarıyla bağlantılı olmak üzere bin civarında doğal felaket meydana gelmiş.
ABD'li NOAA (National Oceanic&Atmospheric Administration-Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi) ortalama sıcaklık ölçümlerinde 2010'un, 2005'le birlikte doğrudan ölçümlerin başladığı 1880'den bu yana kaydedilen en sıcak yıl olarak kayıtlara geçtiğini açıkladı. 2010'da küresel ısınmanın diğer bir belirtisi olan Kuzey Kutbu’ndaki buz örtüsü de 1979′dan bu yana en ince ve en küçük üçüncü buz örtüsü olarak kayıtlara geçti. NOAA kayıtlarına göre geçen yıl en yağışlı yıl olarak da rekor kırdı.

İklimbilimci David Easterling, bu verilerin küresel ısınmanın 2005′ten sonra durduğu yolundaki spekülasyonlara da son verdiğini söyledi. 2010 Pakistan’daki seller, Afrika’daki aşırı kuraklık ve Rusya’yı etkisi altına alan orman yangınlarıyla iklim değişikliğinin etkilerini en ağır biçimde gösterdiği yıllardan biri olmuştu. 2010, atmosferdeki karbondioksit oranı ile de bir başka rekor kırdı. Bu arada, Sadece Türk medyasını suçlamış olmayayım. 2010'un en sıcak yıl olduğu haberine İngiltere'de The Guardian hariç hiçbir gazete yer vermemiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder