Yeni bir iş kolu olarak HES business



Bugün dünyada en değerli şey nedir diye sorsalar su aklınıza kaçıncı sırada gelir? Dünyada 1,5 milyar insan suya ulaşamıyor, suyun doğaya ve kamuya ait olduğu gerçeği görmezden gelinerek alınıp satılan bir meta haline getiriliyor. Öte yandan, üretim ve tüketim arttıkça endüstri alanlarının suya olan ihtiyacı da fazlalaşıyor. Gelecekte en büyük çatışmaların da suyun paylaşımı ve kullanımı konusunda çıkacağıyla ilgili beklentiler çok yüksek. Türkiye’de de başta Doğu Karadeniz olmak üzere nerede bir akarsu, nehir varsa, –şartları uygun olsun ya da olmasın– üzerine bir HES kondurulması hevesi epeydir gündemde olan bir konu. Türkiye’deki mevcut su potansiyeli, muktedirlerin, ilgili bakanlıkların, Devlet Su İşleri’nin gerçekleştirmek istediği 2000 civarında HES için bulunmaz bir nimet gibi görünüyor. Ancak, gözden kaçırdıkları önemli bir detay var, doğada hiçbir şey sonsuz değil. Gelişmiş ülkeler doğayı tahrip etmek şöyle dursun, ekosistemi korumak için sürekli fikir geliştiriyor, geleneksel enerji üretimi yerine yenilenebilir enerji üretimine yöneliyor. 
Bizde durum tam tersine işliyor, Türkiye’de doğa vahşi bir talana sunuluyor. Akarsular üzerine HES’ler inşa ediliyor, daha sonra HES’ler uluslararası ve yerli dev şirketlere satılarak su kullanım hakkı, bölge halkının, doğal yaşamın elinden alınıyor. 
Çevre meselesine gönül vermiş insanlar yetişebildikleri oranda HES’lerin iptali için dava açıyor. Ancak,Türkiye’de HES’lerle ilgili durum artık çevre mücadelesinin ötesinde artık bir “business”, bir işkolu haline gelmiş durumda

Yıllardır HES’lere karşı mücadele veren “Derelerin Avukatı” Yakup Okumuşoğlu, gelecekte suyun kamuoyu ait olduğunu değil de, birilerine ait olduğunu düşünen nesillerin yetişeceğini söylüyor.
 Parası olan daha çok kullanacak, olmayan kullanamayacak. Bu durum, küçük çiftçileri de olumsuz etkileyecek, suyu elinde tutan daha fazla su kullanana satmak isteyecek, küçük çiftçi daha yüksek fiyattan suyu satın almak zorunda kalacak.


Karbon ticaretine peşkeş

Bu, işin bir boyutu. Diğer boyutu ise karbon ticareti üzerinden suyun kullanım hakkının satılması. Küresel iklim değişikliği, kendi finansman modelini de yaratarak karbon borsası oluşturdu. Gelişmiş ülkelerin karbon salımlarını azaltmak amacıyla oluşturulan karbon borsasında 2020’de işlem hacminin 1 trilyon doları aşması bekleniyor. Karbon borsasında bir ton karbondioksiti atmosfere bırakmanın karşılığında ödenmesi gereken karbon fiyatı arz-talebe göre değişiyor. 
Okumuşoğlu’nun anlattığına göre, Türkiye’de HES’ler, rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerji sınıfında ve “temiz enerji” adı altında toplanıyor. HES’lere temiz enerji demek ise, sadece bir “pazarlama algısı” yaratmak. Avrupa’da 10 megawatt ve altındaki HES’ler yenilenebilir enerji sınıfında, Türkiye’de bu önce 25 megawatt’a, sonra 50 megawatt’a çıkarıldı, en sonunda da üst sınır kaldırıldı. Dolayısıyla her boyutta HES yenilenebilir enerji sınıfına alınmış oldu.
AB ülkeleri, şirketlerin karbon salımları sınırlandırılmış durumda. Kyoto Protokolü’ne imza atmış ülkeler karbon azaltma sorumluluğunu üstlenmişti. Gelişmiş ülkeler, kendilerine tanımlanan kotanın üzerinde karbonu doğaya salamıyor. Bu salım oranları da her ülkede, şirketlere bölüştürülüyor. Ancak, üretim sürüyor ve şirketler kendileri için ayrılan sınırı geçtikleri takdirde, sınırı geçtikleri miktarın parasal karşılığı kadar yenilenebilir enerji yatırımı yapmak zorundalar. Dolayısıyla, bir milyon ton daha fazla karbon salmak isteyen bir şirket, bir birimine 20-25 avro ödeyeceği gelişmiş ülkeler yerine yenilenebilir enerji yatırımını bir birimine iki-beş avro ödenen Türkiye’yi tercih ediyor. HES’lerin genellikle kullanım hakkı da 49 yıllığına verildiği için bu dev şirketler, karbon kredisini peşin olarak gelip satın alıyor. Yenilenebilir enerji belgesini alıp Türkiye’de bulduğu suya tesisi yapıyor. Okumuşoğlu, böylelikle bir enerji piyasası oluşturulduğunu, birtakım firmaların zenginleştirildiğini söylüyor. Hatta büyük şirketlerin dışında herkes bu aralar bu işin ticaretinin peşine düşmüş. Dört-beş tane Devlet Su İşleri’nden su kullanım hakkı, Çevre Bakanlığı’ndan gerekli izin belgeleriyle, ÇED raporunu alanlar şimdi bunları iyi paralara şirketlere satmaya başlamış. 
Okumuşoğlu, “dereleri vadilerin dışına çıkarmıyoruz ki, su bir yere gitmiyor ki” diyenlerin savunmasının böylelikle ne kadar boş olduğunu, tüm nehirlerin metalaştırıldığını, ÇED’lerin masa başında hiçbir saha çalışması gerçekleştirmeden Google haritalarıyla yapıldığını söylüyor. Yani, meseleyi neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bu arada, su akar yolunu bulur, tabii siz müsaade ederseniz...

1 yorum:

  1. Konuyu dile getirmeniz ve anlaşılır bir şekilde ifade etmeniz takdire şayan...

    YanıtlaSil