Türkiye'nin çevre ve doğa koruma ilgili karnesi hiç iyi olmadı. Özellikle, son dönemde Türkiye'de doğa ile ilgili kamu vicdanını sızlatan pek çok gelişme yaşandı, doğanın sermayeye dönüştürülmesi süreci hız kazandı. Avrupa Birliği kurumları, bunu zaman zaman dile getiriyor. Eskiden dünya bize, biz dünyaya çok uzaktık, ama artık öyle değil. Siz ne kadar inkar etseniz de, reddetseniz de AB kriterleri için taahhütlerde bulunduğunuz kurumlar herşeyi takip ediyor, üstelik 'yalanlarınızı' da yakalıyor. Çok geriye gitmeden sıralayalım mı?
Kasım 2010'da AB, Türkiye 2010 İlerleme Raporu'nda, Çevre Bakanlığı'nın çevre ve doğa tahribatına yol açacak niyetlerine yer vermiş, doğa koruma konusunda Türkiye'nin hiçbir ilerleme kaydetmediğini üstelik, doğa için bir ölüm fermanı anlamına gelen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısının iddia edildiği gibi AB uyum yasalarıyla alakası olmadığını açık bir dille ifade etmişti.
Ayrıca, Anadolu'nun dört bir yanında, SİT alanlarında doğa talanı başlatacak olan kanun, raporda, "endişe verici" bir gelişme olarak nitelendirilmişti. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, kanunun Meclis'e gönderilmesinin ardından bu çalışmanın AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlandığını, HES'lerle bir ilişkisi olmadığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Bunun doğru olmadığına raporda yer verildiği gibi, aynı zamanda ilk defa HES projelerinin o bölgelerde yaşayan halkların tepkilerine de atıfta bulunuldu.
"Bizden öncekiler..." söylemi bitmez
Ardından, Eroğlu, AB yetkililerinin Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı hakkında olumsuz beyanları nedeniyle kendilerinden özür dilediğini iddia etmişti. Doğal Hayatı Koruma Vakfı, "Türkiye’nin sulak alanlarının korunması, sorunlar ve çözüm önerileri 2011 Raporu"nda, son 40 yılda 2.5 milyon hektarlık sulak alanın yarısının yok olduğu dile getirilmişti.
Eroğlu’nun buna cevabı hazırdı: "Geçmişte sıtma gibi hastalıklar gerekçe gösterilerek çok sayıda sulak alan kurutulmuş. Yanlış politikalar uygulandığı dönemler olmuş. Ancak iktidarımız döneminde sulak alanları ihya ettik. 2003'ten bu yana tek bir sulak alan kurutulmadı. İddialı şekilde söylüyorum. Bir çok sulak alan yeniden ihya edildi. Mesela Kırşehir Seyfe Gölü’nü, Kayseri Sultansazlığı’nı, Bafa Gölü’nü, Afyon Eber Gölünü, Beyşehir Gölünü biz kurtardık. Sulak alanlar komisyonu kurduk, buraların kurtarılması için özel çalışma başlattık. En çevreci hükümet bizim hükümetimiz. Bizden önce yapılan yanlışları düzeltmek de bize düştü. Söz konusu raporu inceleyeceğiz, itirazlarımızı ederiz. Onların elindeki listeyi isteriz, inceleriz. Talimat verdim, sordukları herşeye verecek bir yanıtımız var. Duyduğunuz herşeye itibar etmeyin. Hata yapılmışsa bizden öncedir. Aynı durum, Biyolojik Çeşitlilik Tasarısı’nda oldu. AB yetkililerinin olumsuz beyanatı oldu. Biz hemen itiraz ettik. Tasarıyı, AB müktesebatına göre hazırladık. Müsteşara söyledim, ‘Bu ne rezalet’ diye. İtiraz ettik, tasarıyı incelediler ve kusura bakmayın dediler.”
Avrupa Komisyonu: Özür dilemedik
Bakan Eroğlu'nun bu demeci üzerine yesilgazete.org adlı internet sitesinden takip edilebilen Yeşil Gazete, Avrupa Komisyonu Türkiye Masası'na böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini, kanun tasarısıyla ilgili olumsuz beyanları nedeniyle Eroğlu'na "kusura bakmayın" deyip demediklerini sordu. Cevap tabiki, bizi şaşırtmadı. Böyle bir özür dileme durumunun söz konusu olmadığını dile getiren Avrupa Komisyonu Çevre Genel Direktörlüğü Türkiye Masası Sorumlularından Octavian Stamate, Ankara'da ilgili kanun tasarısıyla ilgili eleştirilerini ilettikleri alt komite toplantısının ardından herhangi bir temasları olmadığını kaydetti.
Brüksel'den Eroğlu'na yalanlama
Stamate'nin açıklamasına Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Ümit Şahin, Yeşil Gazete'deki köşesinde yer verdi. Açıklamadaki ifadeler son derece dikkat çekici: "Bilindiği gibi, Avrupa Komisyonu, Türkiye’deki doğa koruma çerçeve mevzuatıyla ilgili gelişmeleri yakından izliyor. Bu konudaki kaygılarımız ilk olarak 2010 İlerleme Raporu'nda belirtildi. 26 Ocak’ta Ankara’da yapılan AB-Türkiye Çevre Alt Komisyon toplantısında AB delegasyonu tasarı hakkındaki eleştirilerini tekrar etti. Diyalog devam ederken Türk yetkililer mevcut metin yasalaştığı takdirde kanunun Habitat ve Yabani Kuş Direktifleri’ni tam ve doğru bir şekilde karşılamayacağını kabul etti. Ayrıca, tasarıdaki boşlukları tespit ederek Avrupa Komisyonu’yla konuyla ilgili diyalog içinde olmaya hazır olduklarını ve tasarıyı doğa koruma alanındaki AB mevzuatı çizgisine getirmek için gerekli düzenlemeleri yapacaklarını söylediler. Bu arada, Çevre Bakanlığı yetkililerinin ve Avrupa Komisyonu Çevre Genel Direktörlüğü uzmanlarının katılımıyla yakında Brüksel’de özel bir teknik toplantı yapılması konusunda anlaşmaya varıldı."
Türkiye’de sivil toplum çok güçlü
Stamate, gönderdiği açıklamada, kanun tasarısıyla ilgili Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarından da övgüyle bahsetti: "Çevre Genel Direktörlüğü’nde biz, Türkiye’de çevreyle ilgili konularda çalışan insanların çokluğunu, kalitesini ve kendilerini bu derece adamış olduklarını görmekten son derece etkilendik. Bu durum Türkiye’de sivil toplumun ne kadar güçlü olduğunu, insanların niteliğini ve bu veya bir başkası olsun, genel olarak hükümetlerle mücadele etmek ne kadar zor da olsa, kamuoyunun denetim görevini yaptığını gösteriyor. İnsanların demokrasinin ne anlama geldiği konusunda net bir anlayış sahibi olduğunu da görüyoruz. Kanun tasarısıyla ilgili durum bunun bir örneği ve temsilciliğimizin yaptıkları bir yana, ilgili sivil toplum kuruluşlarının baskısı olmasaydı, biz de bu konuda herhangi bir başarı sağlayamazdık."
Bu yaşananlardan çıkarılacak sonuç şu olabilir: Ya etrafınızdaki danışmanları değiştireceksiniz, ya da kafaları. Yoksa kurumlar sizi yalanlamaktan yorulmaz.
* * *
Türkiye'nin dereleri
9 Nisan'da Ankara'ya akacak
Suyuna, toprağına sahip çıkan doğa savunucuları 9 Nisan'da Ankara'da buluşacak. Derelerin Kardeşliği Platformu, doğanın ve yaşamın yağmalanmasına karşı mücadele eden tüm sivil toplum kuruluşlarını Ankara'da buluşmaya çağırıyor. Toplantı ya da miting şeklinde yapılacak buluşmanın henüz yeri ve saati kesinleşmedi. Yerle ilgili bilgi, izimler alındıktan sonra kamuoyuna açıklanacak. Yerli ve yabancı şirketlerin başlattığı yağma hareketiyle, doğaya ve yaşam alanlarına el konmak istendiği vurgulanan açıklamada, "Sularımız binlerce yıldır hayat verdiği coğrafyada artık satılık bir mal gibi görülüyor. Yaşamın temeli olan su, siyasi iktidar ve sermaye grupları için kar ve rant aracı olarak görülebilir. Bizim için yaşamın ta kendisidir. Sulara, derelere, vadilere, doğal yaşam alanlarına yapılan bu vahşi saldırıları durdurmak, yağma ve rant yasaları çıkaranları uyarmak için Ankara'ya geliyoruz. Bu çağrı, paranın saltanatına karşı Derelerin Kardeşliğine inananların çağrısıdır. Bu çağrı, derelere el koymak isteyenlere karşı, su ve yaşam hakkı mücadelesi verenlerin çağrısıdır! Bu çağrı, Anadolu’ya can veren bütün akarsulardan, vadilerden, derelerden Ankara’ya akma çağrısıdır!" dendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder