Türkiye’nin epeyi bir zamandır komşusu olan ülkelerle yaşadıkları, dış politikada “komşularla sıfır sorun” stratejisinin çöktüğüne mi işaret ediyor? Gazeteciler, yorumcular, akademisyenler bu soruyu devamlı soruyor artık. Ahmet Davutoğlu’nun kuramcısı olduğu bu politika, muhakkak azami iyi niyetle başlatılmıştı. Yalnız, son dönemlere hızla bir göz attığımızda komşularla sıfır sorundan, sorunlar sarmalına doğru evrildiğimizi görüyoruz. Gündemin en sıcak meselesi olan ve geçen hafta ekseni Ankara-Lefkoşa’dan New York’a uzanan Kıbrıs üzerinde duralım. Askerî olarak bölünmüş adanın bir tarafında yani güneyinde AB üyesi ve tüm dünya nezdinde Kıbrıs’ın tamamını temsil eden Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Türkiye’den başka kimsenin tanımadığı KKTC var. Türkiye, ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede ABD’li ve İsrailli şirketlerle petrol arayacağını açıklamasının ardından Güney Kıbrıs’a tepki gösterdi.
ABD Jeoloji Araştırma Kurumu Nisan 2010’da Lübnan-İsrail-Kıbrıs ve Suriye arasındaki denizaltı bölgesinde 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol olabileceğini açıkladı. Bölge dünyanın beşinci en zengin bölgesi olarak anılıyor. Diğer sahildar ülkeler gibi Kıbrıs da adanın güney sularında 2009’dan bu yana sismik araştırma yapıyor. Diğer bir deyişle bu mesele hep gündemdeydi. İş fiiliyata dökülünce, Türkiye hemen donanmasını, hava kuvvetlerini o bölgeye göndermekten, yapılan bu arama faaliyetlerinin cevapsız kalmayacağından bahsetmeye başladı. Türkiye, kendisi, KKTC ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında münhasır alanlar belirlenmediği için arama faaliyetlerine itiraz etti. İtirazı ve talepleri pek gerçekçi olmasa da, İsrail’e ve Güney Kıbrıs’a sopa gösterme hevesi ağır bastı. Türkiye’nin sesli itirazların ardından devreye Yunanistan girdi. KKTC, şu anda birleşme müzakereleri konusunda somut ve ciddi sonuçlar elde etmiyor olsa da, Kıbrıs Cumhuriyeti ile müzakere halinde ve bu konunun müzakereleri olumsuz etkilemesinden rahatsız. Bu gelişmelerle birlikte 2012’nin temmuzunda AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak olan Güney Kıbrıs ile olan durumumuz, zaten tavsamış bulunan Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından da umut vaat etmiyor.
Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede petrol ve doğalgaz arama çalışmasına misilleme olarak Türkiye, geçen hafta New York’ta gösterişli bir kıta sahanlığı anlaşması imzaladı. Başbakan Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu arasında imzalanan anlaşmayla beraber, Türkiye kendi kıyısıyla Kuzey Kıbrıs kıyısı arasında Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arayabilme yetkisine sahip oldu. Ardından bu doğrultuda hakkında bin bir şaibe dolaşan Koca Piri Reis gemisini yola çıkardı. Bu gelişmelerle durum son derece karmaşık bir hâl aldı. Elimizde, bir yanda müzakereler sürerken içerde siyaseten sıkışan Dmitris Hristofyas’ın çıkardığı petrol arama krizi, bir yanda bu durumdan vazife çıkarıp kendi karasularını genişletme heveslisi bir Türkiye var. Atılan bu adımların çözüm ve barışa yönelik olmadığı açık. Türkiye’nin petrol arama için gönderdiği Koca Piri Reis’in arama yapacağı bölge ise, Karpaz ile İskenderun Körfezi arasında ve hâlihazırda Güney Kıbrıs’ın sondaj gerçekleştirdiği münhasır ekonomik bölge ile hiçbir ilgisi yok. İşi Akdeniz’e donanma göndermeye kadar vardıran Başbakan Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Kıbrıs meselesinden bahsederken bir kez bile KKTC demeyip, “Kıbrıs Türk tarafı” gibi nötr bir ifade kullanmasını da ayrıca ilginç bir not olarak düşmek isterim.
Son dönemde, konuyla ilgili en aklıselim açıklamalardan biri Alman Federal Meclis Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Ruprecht Polenz’den geldi. Polenz Hıristiyan Demokrat olmasına rağmen Türkiye’nin AB’ye üye olmasını savunan ender Alman sağ politikacılardan biri. Sorunun uluslararası bir mahkeme tarafından çözülmesi gerektiğine vurgu yapan Polenz, 21. yüzyılda sorunların askerî yöntemler yerine uluslararası mahkemede çözülmesi gerektiğini belirterek, “Kanımca bu tür anlaşmazlıkların mahkemelerde çözülmesi konusunda ısrarcı olmak gerekiyor. 21. yüzyılda bu tür sorunlar, savaş gemisi fazla olan tarafın üstünlüğüyle çözülemez. Bu, 21. yüzyılda izlenebilecek bir siyaset değil. Bu nedenle de taraflara şu çağrı yapılabilir: Eğer önemli bir sorununuz varsa ki, doğal kaynakların kime ait olduğu meselesi önemli bir sorundur ve bu konuda farklı görüşler mevcutsa, sorun, konunun mahkemeye götürülerek uzlaşma sağlanmasıyla çözülebilir” diyor.
Donanma yollama girişiminin haftaya Meclis açılınca Türkiye’nin çok daha hayati olan Kürt sorunu ile yeni anayasa çalışmalarının gölgesinde kalacağını ve sert retorikten öteye gitmeyeceğini temenni edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder