Türkiye'nin Avrupa Birliği İlerleme Raporu, son şeklini birkaç gün içinde alarak 12 ekimde resmen açıklanacak. Türkiye'nin hem siyasi hem de ekonomik reform alanlarının yıllık karnesi olma özelliği taşıyan AB İlerleme Raporu'nun taslağı geçen hafta basına sızdı. Türkiye ile AB ilişkilerinde bir yıllık değerlendirmeyi içeren İlerleme Raporları'nın hem işlevi hem de Türkiye üzerindeki etkisi artık tartışılır bir konumda. Zira, geçmiş yıllarda AB Komisyonu tarafından sızdırılan taslak raporlar, çok daha fazla yankı bulur, günlerce konuşulurdu. Raporla ilgili bu ayrıntıya dikkat çektikten sonra Türkiye'nin son dönemde en büyük farkındalıklarından birinin yaşandığı en hassas gündem maddelerinden biri olan çevre konusuna geçiyorum. Raporda, her alandaki değerlendirmelerde en sık kullanılan kelimelerden biri "endişe" olmakla birlikte konuları fazla genişletmeden sadece Çevre başlığı altındaki tespitlere değineceğim.
İlerleme Raporu'nun Çevre başlığı altında özetle, "Türkiye doğa konusunda hiçbir ilerleme kaydetmedi" deniyor. İlk dikkat çekilen konu, Nisan 2011'de değişikliğe gidilen ÇED (çevre etki değerlendirme) Yönetmeliği. Hatırlanacağı üzere, ÇED Yönetmeliği'nde yapılan değişikliklerle doğa ve insan üzerinde önemli etkisi olacak projelerin önü açılmıştı. Yapılan değişikliğe göre, 2015'e kadar yatırımına başlanacak projelerde, ÇED aranmayacak. Sosyal ve çevresel etkileri nedeniyle kamuoyunda tartışılan konular arasında yer alan nükleer ve termik santraller, üçüncü Boğaz Köprüsü ve otoyollar gibi dev yatırımlar, 2015'e kadar ÇED aranmaksızın tamamlanabilecek. Tüm bu ÇED'den istisna bırakılan yatırımlardan, tahmin edeceğiniz üzere "endişe" duyuluyor. Bunlar ne AB müktesebatıyla uyumlu ne de bu halleriyle uygulanabilir durumda. Rapora göre, çevresel kararlarda bırakın halkla istişare etmeyi, komşu ülkelerle sınırötesi ÇED konusunda da Türkiye sınıfta kalmış. Diğer ülkeleri de ilgilendiren ÇED konusunda hiçbir ikili anlaşma henüz ortada yok.
Ulusal ve uluslararası alanda Ruslarla birlikte Akkuyu'ya yapılacak olan nükleer santral "endişe" yaratıyor.
HES'ler endişe kaynağı
Rapora düşülen en önemli notlardan biri şüphesiz HES'lerle ilgili. Türkiye'nin kanayan yarası haline dönüşen HES'lerle ilgili ne ciddi ÇED çalışması var ne de bu yapılanlar AB direktiflerine uygun. AB üyesi ülkelerin hükümetlerinin Avrupa sınırları içinde tehlikede bulunan doğal yaşam alanlarının ve canlı türlerinin koruma altına alınması amacıyla hazırlanmış doğal çevre koruma ağı Natura 2000 listesinin hala Türkiye tarafından hazırlanmadığı dikkat çekilen diğer bir nokta. Ulusal biyoçeşitlilik eylem planı ve çerçeve yasası beklemede. HES'lerin ve enerji altyapı çalışmalarının, koruma altındaki flora ve faunada yaratacağı zarar "endişe" yaratıyor. Yeni yönetmeliklerle sulak alanların korumasının güçlendirileceğine zayıfladığı, Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme'ye uyumun olmadığı, Türkiye'deki yasaların gerekliliklerin çok gerisinde kaldığı belirtiliyor. Önemli tespitlerden biri de, farklı yetkili kurumlar arasında doğa koruma konusunda kimin hangi konudan sorumlu olduğuna ilişkin netliğin olmayışı.
Bu arada, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın ikiye bölünerek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın ortaya çıkmasına değinilerek, idari alanda çok sınırlı bir ilerleme kaydedildiği notu düşülmüş. Özel Çevre Koruma ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlükleri'nin kapatılarak, bunların hepsi bir müdürlük altında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın altında toplandı. Böylelikle, çevre yönetim daha merkezi bir hale geldi. Öte yandan, Ulusal Çevre Ajansı kurulmasıyla ilgili hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Çevre koruma gereklilikleri genel çerçeve politikalara uymuyor, altyapı projelerinin uygulanmasında yeterince dikkate alınmıyor. İklim değişikliği konusunda farklı bakanlıklar arasında daha fazla birlikte çalışma ve koordinasyona ihtiyaç var. Sonuç bölümünde, Türkiye'nin doğa koruma alanında hiçbir ilerleme kaydetmediği, çevre alanındaki yatırımların arttırılması ve iklim değişikliğiyle ilgili gereksinimlerin yerine getirilmesi gerekliliği önemle vurgulanıyor.
Ekvator ve Türkiye
Geçen hafta katıldığım bir toplantıda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Latin Amerika ülkesi Ekvator'un yağmur ormanlarındaki dev petrol rezervini "doğal dengeyi bozmama ve küresel ısınmayı arttırmama" adına çıkarmamak karşılığında ülkesine 3.6 milyar dolar ödenmesine yönelik BM ile ön anlaşma yaptığından bahsetti. Ekvator, bu parayı yenilebilir enerjiye yatıracak. BM Genel Kurulu'nda bu konu gündeme geldiğinde bu çok önemli çevre projesine Türkiye olarak biz de maddi destek vermişiz. Davutoğlu, bu konuyu çok güzel özetledi: "Doğanın derinlerindeki enerjiyi çıkarmak için doğayı yıpratıyorlar. Varoluşsal alan yol edilmemeli, bu acımasız rekabet doğayı, varoluş alanının tümüyle bitirir. Bunun bir sınırı olmalı."
Hazır, AB, çevre, doğa politikaları ve enerji yatırımlarıyla ilgili Türkiye'deki hemen her gelişmeden "endişe" duyuyor, içerde olan bitene bakıp, bunları biraz da Türkiye uygulasa nasıl olur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder