1972’de İsveç’te yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla 5 Haziran, Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiş. Bu gün ile, sermaye egemenliği, dizginlenemeyen kalkınma hevesi ve kâr güdüsünün neden olduğu yanlış politikalarla meydana gelen çevre kıyımına dikkat çekmek hedefleniyor. Bunlara, sanayileşme, tarım arazilerinin verimli kullanılmayışı, çarpık kentleşme, enerji ve maden politikaları da eklenince, kıyıların, derelerin, ormanların talana açılmaması için hiçbir sebep kalmıyor. Son dönemde, iktidarın seçim süreciyle birlikte açıklaya açıklaya bitiremediği, bizi devasa gayrımenkul ve kalkınma projeleri bombardımanına tuttuğu halleri, “Neredeyse bir avuç ormana, dereye, doğal hayata tahammülleri yok” dedirtiyor. Çevre politikalarının, sanayi, tarım, enerji, ulaşım ve kentleşme politikalarıyla bütünlüklü olarak ele alınması çok önemli. Ayrıca, şehirlerin yapısını temelden değiştirecek sanayileşme ve kalkınma projelerinin toplumun genel konsensüsü ile gerçekleşmesi gerekiyor. Yoksa, zaten başka türlü insanca bir yaşam ve toplum ekolojisi oluşturmak mümkün olmuyor.
Çapulcular, çevreci tipler, eşkıyalar
Bu işin projelerle ilgili boyutu. Bir de, bu kalkınma politikalarıyla mücadele eden insanlara yönelik zorbalık, baskı ve yıldırma boyutu var. Bunun en trajik örneği, geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın tabiriyle “Kimliği bilinmeyen zaten üzerinde de durulmayan” Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesiyle gözler önüne serildi. Bu tanımlar yeni değil, daha önce çevre hareketlerine katılanlar, “bir avuç çapulcu” da olmuştu, “birtakım çevreci tipler”, hatta “eşkıya” da...
Doğaya zarar veren tüm yatırımların durdurulması amacıyla çeşitli illerden yola çıkıp yürüyerek Ankara’da buluşacak Büyük Anadolu Yürüyüşü’ne katılanlar, bir süre önce Ankara’ya alınmadı. Hükümet, Türkiye’nin her yerinden gelen bu insanların haklı taleplerinin ve giderek çoğalan seslerinin kendi kalkınmacı politikaları karşısında tehdit unsunu görmüş olmalı ki, böyle bir karar alındı. Bu gruplara destek amacıyla Çevre Bakanlığı önünde açlık grevi başlatan 10 kişi, dün gözaltına alındı. Gözaltına alınan Senoz Vadisi Koruma Platformu sözcülerinden Sinan Akçal, Rize Çayeli’nin Senöz Vadisi’nde yaşadığını, ancak onlarca HES nedeniyle suları ve topraklarının ellerinden alındığını söylemişti. Akçal, “Üç defa mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma kararı alınmasına, bir defa da iptal kararı verilmesine karşın vadim ve yaşadığım topraklar gözlerimin önünde yok ediliyor. Yapacak bir şeyim kalmadığından sesimi duyurabilmek için Büyük Anadolu Yürüyüşü ile 40 gün boyunca Senöz’den Ankara’ya yürüdüm. Ancak Ankara’ya alınmadık. Açlık grevi yapmaktan başka çarem kalmadı” demiş.
Yargı kararları uygulanmalı
Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan da, 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle bir açıklama yapmış. Şan, özellikle HES’lere yönelik mahkemelerce verilen durdurma ve iptal kararlarının uygulanması gerektiğini belirtiyor. Şan, “Doğasını korumaya çalışanlarla, daha çok üretim, ille de tüketim diyenlerin kıyasıya savaşında ne yazık ki para ve rant, çıkar hesapları ağır basıyor. Bugünkü sözde zenginliğin, gelecek kuşaklarda yaratacağı yoksulluk ve çaresizliğin farkına vardıkları halde dünyamızı yok etmekte direnenlere doğa, gerekli dersleri vermekten yoruldu” diyor ve şöyle devam ediyor: “Doğal yaşam ile su ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama ve yasal düzenleme kabul edilemez. Suyun kullanımı ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz. Ekosistemleri yok edecek HES projeleri, yenilenebilir temiz enerji olarak görülemez. Yargı kararlarını hiçe sayarak, vadilere ve doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar veren, suları özelleştirerek, uluslararası şirketlerin kontrolüne verilmesini de kapsayan tüm HES projeleri durdurulmalı, üretim lisansları iptal edilmeli. Mahkemelerce bu projeler için verilen durdurma ve iptal kararları uygulanmalı.”
HES’lere karşı açılan davalara ve yürütülen kampanyalara öncülük eden sivil toplum kuruluşlarından Türkiye Su Meclisi’nin Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Yakup Şekip Okumuşoğlu, tüm bu süreci takip eden ve bizzat davaların açılmasına öncülük eden bir kişi. Başbakan’ın “Sular boşa akmayacak” sözünü eleştiren Okumuşoğlu, durumu güzel özetliyor: “Bu damarlarımızdaki kanın boşa aktığı, güneşin boşa doğduğunu söylemek gibi bir şey. Çiçeğin boşuna koktuğunu, arının boşuna uçtuğunu kim söyleyebilir. Doğanın dilini anlamayan, ekolojik zincirin ne olduğunu bilmeyen bir zihniyetin milletin diline doladığı saçma bir söylem. Bunu görmenin en basit yolu herhangi bir suyun başına gitmektir. Akarsu akarak kendisini vareder. Göl başkadır, deniz başkadır. Bu yüzden farklı isimlerle tanımlarız. Her biri farklı bir ekosistem var eder. Bu yüzden gölde yaşayan balık akarsuda olmaz, akarsuda olan denizde olmaz. Ne göl boşuna orada duruyordur, ne deniz boşuna dalgalanıyordur, ne de akarsu boşuna akar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder