Sıra onlara geldi
Her geçen gün daha net biçimde anlaşılıyor ki, yasalar, yaptırımlar ve hatta sert ilkeler olmadan günümüz modern toplumlarının doğayı kendiliğinden koruyacağı ve başına gelen felaketlerden ders alacağı pek yok. İnsanın doğayı başına buyruk şekilde yok etmek gibi bir hakkının olmadığı bir yana dursun, işin ahlaki boyutuna ise hiç girmiyorum. Doğanın sonsuz olduğu ve istendiği gibi tüketilebileceği fikrinin, yeryüzünün farklı coğrafyalarından bağımsız şekilde hep aynı öğretilmiş davranış biçimi olarak karşımıza çıkıyor olması tesadüf mü?
Üstelik, artık küresel ısınmadaki keskin hızlanmayı durdurmak için belirlenen uluslararası hedefin gerçekçi olmadığı da gün gibi ortada. 2050’ye kadar küresel ısınmanın iki dereceden fazla artmaması için çaba harcanması hedefi üzerinde uluslararası bir mutabakat oluşmuştu—ki, uzmanlar bu düzeyde bir artışın bile felakete yol açacağı konusunda hemfikir— ancak, gelinen noktada bu hedefe pek kulak asan bir ülke göremedik. Sözkonusu hedef, küresel ısınmanın başlıca sorumlusu olarak gösterilen sera gazları salımında önemli oranda kesintiye gidilmesini gerektirecek. Bu hedefe ciddi olarak yanaşmış bir ülke bulmak bir yana dünyayı en çok kirletenler, adeta “daha çok hangimiz kirleteceğiz” yarışına girmiş durumda. Bu konuda ciddi ve somut adımlar atılmasının önündeki en büyük engellerin başında güçlü petrol, gaz ve kömür gibi enerji şirketleri sıralanabilir. Zira, milyarlarca dolarlık kârlılığa sahip bu şirketlerin siyasi kampanyalara, tek işi iklim değişikliğini inkâr etmek olan düşünce kuruluşlarına ve bu inkâr faaliyetlerine çanak tutacak medyaya yetiştirecek epey sermayesi var.
Başına gelen felaketlerden ders almayan, karbon salınımıyla ilgili taahhüt altına girmekten itinayla kaçınan ABD, bu tür ülkeler için verilebilecek en güzel örneklerden biri. ABD’yi kasıp kavuran aşırı sıcaklar, fırtınalar ve kuraklık sonucu nihayet tüketim bağımlısı Amerikalıların pek çoğu bir aydınlanma geçirmiş; yapılan bir çalışmaya göre artık Amerikalıların yüzde 70’i iklimin değiştiğine inanıyormuş. İklimin ani ve şiddetli olarak değişmesini insanoğlu, bizzat kendisi tecrübe etmedikçe küresel ısınmayı inkârı sürdürecek. Son pişmanlık hiçbir işe yaramadığı gibi bu saatten sonra bir seferberlik hâli ortaya konmadıkça, kaybedilenleri geri getirmek imkânsız. Dolayısıyla, küresel ısınmaya neden olan sera gazı salımının yüzde 25’inden sorumlu olan ABD’nin dün kuraklığın vurduğu mısır tarlaları ile başı dertteydi, bugün sellerle ve Isaac fırtınasıyla.
Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’da meydana gelen karışıklık ve çatışma ortamının en çok ABD’ye yaradığı geçen haftanın önemli maddelerinden biriydi. ABD’nin, geçen yıl silah satışını bir önceki yıla göre üçe katladığını, en iyi müşterilerinin de, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman olduğunu öğrendik. 2011’de dünya genelinde gerçekleştirilen 85,3 milyar dolarlık silah alımında aslan payını 66,3 milyar dolarla ABD almış. Doğayı kirletmenin ve küresel ısınmanın baş müsebbibi olmanın bedelini yaşadığı felaketlerle daha sık ödemeye başlayan ABD, silah satışına gösterdiği eforu biraz olsun açlıkla mücadeleye ve doğa koruma için göstermiş olsaydı, insanlığa çok daha büyük faydası olurdu.
Oysa, atılacak adımlar, yapılacak listesi, insanların yapabileceklerinin çok uzağında değil, zorlu süreçler ve kapasiteler gerektirmiyor. Tarımda kimyasal kullanımının azalması, yerellik temelli bir gıda sisteminin kurulması, çevreyi kirleten enerji türlerinin sübvanse edilmesinin bırakılması, temiz enerji türlerinin desteklenmesi, enerji tasarrufunun daha iyi planlanması, karbon salınımı gerçekleştirenlerin, havayı, suyu kirletip çöplük gibi kullananların daha sıkı denetlenmesi ve bunun bedelini ödemesi, otomobile bağımlılığın azaltılması yapılabileceklerden sadece birkaçı... Ertelemek, işi yokuşa sürmek içinse hiçbir özür geçerli olmamalı...
Dolayısıyla, küresel ısınmanın önüne geçilemezse, ABD Hükümeti veya karbon salınımıyla ilgili bağlayıcı adımlara ekonomik kaygıları gerekçe göstererek karşı çıkan diğer hükümetlerin pek yakında itiraz için bir sebebi kalmayabilir. ABD’li MIT Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, sıcaklıklardaki kısa süreli ve geçici artışların bile ekonomik büyümeyi düşürdüğünü gösteriyor. Projenin yöneticilerinden Profesör Benjamin Olken, bu etkinin sadece tarım sektörüyle ilgili olmadığını, yatırım, siyasi istikrar ve sanayiye etkileri gibi geniş bir yelpazeyi olumsuz etkilediğini belirtiyor.
İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini reddetmek ve iklim değişikliğine karşı pozisyon almak çok fazla sürdürülebilir bir durum değil. Politikacılardan da çok fazla şey beklememek lazım. Zengin ülkeler sera gazı salınımlarını azaltıp küresel ısınmayı kontrol altına almadıkları sürece kriz derinleşecek. Bugüne kadar dünyanın iyi yaşayan azınlığı sıra kendilerine hiç gelmeyecekmiş gibi açlıktan kırılan, iklim mültecisi hâline gelen, türlü felaketle boğuşan, topraklarını kaybeden çoğunluğu uzaktan seyrediyordu. Şimdi sıra onlara geldi...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder