Söze, modern zamanların futbol için en fazla söylenen sloganlarından biriyle başlayalım. Futbol, sadece futbol değildir. Sadece futbol değilse, geri kalan kısmı nedir o halde? Artık günümüzde küresel bir oyun, show business olarak değerlendirilebilecek futbol endüstrisinde sportif başarı kadar mali başarı da önemli bir parametre. Futbol ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, gerek Birleşmiş Milletler, gerek OECD gibi kurumlar raporlarında zaman zaman şike ve yolsuzluk olaylarındaki artışa dikkat çeker. Futbolda telaffuz edilen paralar büyüdükçe, kulüpler ticari bir yatırım alanı haline dönüştü. Ve paranın döndüğü her yerde olduğu gibi futbol kulüpleri, yolsuzlukların en fazla yapıldığı alanlardan biri oldu. Bir haftadır Türkiye, şike skandalıyla yatıp kalkıyor. Meselenin o boyutuna hiç girmeyeceğim. Ancak, spor ekonomisti Tuğrul Aşkar'ın bu yılın mart ayında TBMM'de, spor kulüplerinin sorunları ile şiddet sorununun araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'na sunduğu çözüm önerileri, aslında yapılması gerekenlerden oluşan yol haritasını da vermiş.
850 milyon dolar yaratıyorTuğrul Bey, Spor Araştırma Komisyonu'na Meclis tutanaklarına da geçen son derece çarpıcı bilgiler sunmuş. Futbol, bugün tüm dünyada 225 milyar dolarlık bir gelir yaratıyor. Bunun üçte ikilik kısmı Avrupa'da üretiliyor. Bu pastada Türkiye'nin payı yüzde 4 civarında. Akşar'ın hesaplamalarına göre, Türk futbolu 850 milyon dolar gelir yaratıyor. Yani, Avrupa'daki beş büyük ligin hemen arkasında gelerek, önemli gelir yaratma potansiyeli olan bir lig olarak karşımıza çıkıyor. 2000-2010 arası Türk futbolu yüzde 300'e yakın bir artış kaydetmiş. Akşar'a göre, Türk futbolunun yeterli parası var ama sıkıntı bu kaynakların yerinde, etkin ve verimli şekilde kullanılamamasından kaynaklanıyor. Gelirler artıyor ama karlılık artmıyor. Futbolda gelirler ne kadar çok artarsa, giderler ve verimsizlik de buna bağlı olarak artmaya başlıyor. Akşar, bu kadar parasal gelir yaratılmasına rağmen kar edilememesinin sebebi olarak, futbolcu maaş ve ücretleriyle bonservis bedellerindeki artışları gösteriyor. Yani, futbolcu ücretleri futbolun parasal büyüklüğünden daha hızlı büyüyor. İki yıl önce UEFA Finansal Fair Play adı altında çok önemli bir uygulama getirmiş. 2014-2015'e kadar tüm Avrupa futbol kulüplerinin uymak zorunda olduğu, buna bağlı olarak lisans alabilecekleri ve en önemli kriterlerin yer aldığı bir uygulama.
200 milyon liralık kara delikTürkiye'de dört büyük kulübün toplam banka borçları yaklaşık 400 milyon lira. Dört takımın vadesi geçmiş 47 milyon lira ertelenmiş vergileri var. Dört takım, bir yılda 622 milyon lira kazanmış, bunun yüzde 87’si futbolculara ödenen ücret ve bonservislerden oluşmuş. Aşkar, o kısımda şu ifadelere yer veriyor: "Üzerinde durduğum nokta 622 milyon liranın 400 milyon lirası ücret ve bonservislere gidiyor, geri kalan kısım nereye harcanıyor? Burada bir kara delik var. 600 küsur milyonluk gelir yaratılıyor, bunun 400 milyonluk kısmı futbola harcanıyor, geri kalan 200 milyonluk kısmı soru işareti. Burada karşımıza verimsiz kaynaklar, banka kredileri, hatalı transfer politikaları, bütün bunları üzerine eklediğimiz zaman bunlar hep birer maliyet olarak karşımıza çıkıyor. Dört büyük kulübün konsolide tablolarında gelir ve gider arasında uçurum var. 100 liralık gelir yaratılırken 121 lira gider yapıldığını görüyoruz. Zaten Finansal Fair Play ile bu giderlerin yüzde 70’ler seviyesinde olması, özellikle ücret ve maaşların yüzde 70 seviyesinde olması amaçlanıyor."
Bağımsız denetim gerekiyorFutbol kulüpleri son beş yılda yaptıkları transfer harcamalarında 226 milyon avro açık vermiş. Yani, futbolcu satımından gelir elde edemeyen ama buna karşın futbol ithalatçısı konumunda olan bir süper lig mevcut. Ayrıca, kurumsal yönetimde ciddi sıkıntılar var. Hemen hiçbir kulüp Türkiye'de kurumsal yönetilmiyor. Başkanlık sistemi çok güçlü ve Türkiye’de futbol hala çok önemli bir nüfuz oluşturma aracı. Tabi en önemli sorunların başında denetim eksikliği geliyor. Kulüpler, hesap verebilir, denetlenebilir olmadığı zaman Akşar'a göre, "kol kırılır yeni içinde kalır" mantığı işliyor. Dolayısıyla, başkanların, güçlü iktidarların değil, profesyonellerin yönetiminde kulüp yapılanmalarına gitmek gerekiyor.
Tuğrul Akşar, TBMM Komisyonu için hazırladığı raporda, futbol kulüplerini mali açıdan denetleyecek Bağımsız Mali Üst Kurul oluşturulmasını önermiş. Futbol kulüplerinin borçlanmalarını, her türlü finansal sözleşmelerini ve tüm yapılanmalarını kontrol altına alacak, bankacılık sektöründe olduğu gibi bir düzenleyici, regülatör kurumun varlığını zorunlu kılıyor. Akşar, o noktada şu görüşleri paylaşıyor: "Bu kurul bağımsız ve yasayla atanmış insanlardan oluşmalı, kesinlikle genel kurul üyelerinden veya tanıdık aracılığıyla, feodal yöntemlerle belirlenmiş insanlardan değil. Bu sektör giderek büyüyorsa, bu sektörün patolojik problemleri varsa, bu sektör ciddi para yaratıyorsa bunların harcaması sadece futbol kulüplerinin ve şu anki mevcut yetersiz yapısıyla Futbol Federasyonu'nun denetimine, takip ve kontrolüne bırakılamaz."
Dernekler Kanunu'na neşterÖzetle, Aşkar, yöneticilerin hesap verebilirliğini sağlayacak bir modelin egemen model haline getirilmesi üzerinde duruyor. Bizde işleyen mevcut modeli ise şöyle anlatıyor: "Dernekler Kanunu’na göre her yıl kulüpler mali genel kurul yapmak zorunda. Mali genel kurulda ibra müessesesi var. Ne demek? Aklamak. Fakat bizde şu mantık geçerli, yani başkan, sonuçta biz burada ibra edelim ama daha sonradan bazı yetkilerini kısalım, kol kırılsın yen içinde kalsın ama biz yine bunu kontrol edelim. Böyle bir şey olmaz. İbra müessesesi Dernekler Kanunu'nda yeterince çalışmıyor, çalıştırılmıyor."
Aşkar'ın daha pek çok ayrıntıya yer verdiği raporunda, yapılması gerekenler belli. Futbol kulüplerinin istedikleri zaman, kafaların estiği gibi borçlanmasının önüne geçmek, kulüpleri hesap verebilir kılmak ve şeffaf olabilmelerini sağlamak için mali kural ve bağımsız denetim sistemi getirilmesi şart. Ancak, bunun bugünkü dernek statüsü içinde yapılması mümkün görünmüyor. Köklü bir yapılanma şart. Dört büyüklerin hisselerinin İMKB'de işlem gördüğü düşünüldüğünde, yatırımcıya karşı sorumluluklar artıyor. Türkiye, futbolda bu derin temizliği, bu yeniden yapılanmayı gerçekleştirmezse devam eden yanlışlara taraftar, yatırımcı, yönetici, hepimiz çok üzüleceğiz.
Soykırımlar, katliamlar ve utanç
Bir haftadır Hrant Dink Vakfı'nın Ermenistan-Türkiye Gazeteci Diyalog Programı vesilesiyle Ermenistan'ın başkenti Erivandayız. Son dönemde özellikle gazeteci değişim programları sayesinde, Ermenilerle daha fazla biraraya geliyoruz. Ağırlıklı olarak gazeteci, sivil toplum gönüllüleri gibi gruplardan oluşan bu tanışma/tanıma/konuşma birlikteliklerinde her iki taraf, biraraya geldiğinde soykırım konusunu artık eskiye oranla daha az konuşuyor. Bu, soykırımın Ermenilerin ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini yadsımak için değil, gerçek bir diyaloğun başlamasının arayışlarının izlerini birlikte sürdükleri için. Pek çok açıdan ilişkilerde normalleşme için birlikte bir “şifa” arayışı da denebilir.
Hafıza mekanlarına yaklaşım
Kendi kişisel tarihimin en ilginç tanıklıklarından birini oluşturan Soykırım Anıtı ve Müzesi, Ermenilerin tarihini ilgilendirdiği kadar Türkiye'nin tarihini de ilgilendiriyor. Kentin en yüksek tepesine inşa edilen Soykırım Anıtı, kentin insanı en hüzünlendiren yeri. Rakamlardan, analizlerden, soykırıma kılıf uydurma hallerinin hepsinden azade şekilde o tarihi tanıklığın, o yüzleşmenin, yas ortaklığının hemen ardından Türkiye'den Madımak ile ilgili gelen haberler, bu konularda bir arpa boyu yol alamadığımızı gösteriyor.
Sivas'ta 2 Temmuz 1993 günü meydana gelen olaylarda 37 kişinin diri diri yakıldığı Madımak Oteli kamulaştırıldıktan sonra yenilenerek, Bilim ve Kültür Merkezi haline getirilmişti. Sivas Valisi Ali Kolat, Sivas Katliamı'nda hayatını kaybedenler anısına her yıl yapılan etkinliğe izin vermediğini açıklaması yetmezmiş gibi, Anı Köşesi'nde katille mağdurları bir sayan isim listesi de, bu tür anma mekanlarına ne kadar samimiyetsiz yaklaştığımızın açık göstergesi.
Türkiye'nin geçmişteki utançlarıyla yüzleşmeden kendine temiz bir gelecek hazırlaması zor. O nedenle ki, bu tür hafıza mekanları, soykırımları, katliamları, insanlık suçlarını unutturmak için değil, hafızalardan silmemek için yapılıyor. Devletin, Madımak Oteli'ne, Diyarbakır Hapishanesi'ne yaklaşımındaki inkarcı ve unutmaya meyilli farklılık da buradan geliyor. Çünkü, aslında suçların izlerinin silinmesi de yeni bir suç...
1915'in 100'üncü yıldönümü
2015, Ermeni Soykırımı'nın 100'üncü yıldönümü. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan başkanlığında, 30 mayısta, Ermeni soykırımının 100'üncü yıl etkinliklerini koordine eden bir Devlet Organizasyon Komitesi kurulmuş. Soykırım Müzesi ve Enstitüsü Direktörü Hayk Demoyan da bu komisyon da yer alıyor. 2015'te pek çok konferans, seminer, sergi gibi etkinlikler yapılması planlanıyor. Ayrıca, Soykırım Müzesi gelecek iki yılda genişletilecek, yeni bölümler eklenecek ve Ermenilerin 1915'te hayatlarını kurtaran Türk, Kürt ve Araplarla ilgili bölümler de yer alacak. Çünkü, müzenin insan hikayeleri kısmı biraz eksik kalmış. Onlar da bunun farkında ve bu konuda çalışmalara başlamışlar. Öte yandan, komisyonun özel bir sitesi kurulacak ve çalışmala konusunda bilgiler buradan aktarılacak. Yine 2015'e yönelik Ermenistan genelinde “Masum Şehitler Anısına” inisiyatifi kapsamında 1.5 milyon ağaç dikiliyor. Hayk Demoyan'a göre, 2015 önemli bir tarih ve mevcut çalışmalar bu tarihe yoğunlaşarak organize edilecek. Aslında, 2015'te hiçbir şey sona ermeyecek, tam tersine birçok şey daha yeni başlamış olacak. Çok doğru.
2015, Türklerin kendi içine kapanıp bu meselenin bir tarafı değilmiş gibi davranmak yerine yeni bir dönemin başlangıcına kılavuzluk edebilir. Küreselleşen dünyada artık pek fazla kapalı sınır kalmadı. Hem soykırım hem de Ermenistan'ın Türkiye'nin müttefiki Azerbaycan arasında yılan hikayesine dönen Dağlık Karabağ ihtilafi, kapının açılmasını zorluyor. Ancak, hem geçmişin ve hem de günümüzün sorunlarına çözüm için Ermenistan tarafında Türkiye'de olduğundan daha fazla istek var. Türkiye bunu uzun vadeli bir stratejinin en avantajlı başlangıç noktası olarak kullanabilir. 2015, kilit bir tarih ve seçim dönemlerinde üç beş milliyetçi oy için iç siyaset malzemesi yapılmaktan öte bir tarihsel bir trajediye işaret ediyor. Şu anda toplumların devletlerin çok önünde olduğu, hassasiyetleri çok daha rahat konuşabildiği bir gerçek. Siyasetçilere düşen, bu karşılıklı konuşma ve birbirini tanıma sürecini zorlaştırmak yerine kolaylaştırıcı katalizör görevi görmesi.
Acıları paylaşma mekanlarındaki kısa sessizlikleri, soykırımlar, katliamlar bir daha olmasın diye bırakılan bir demet çiçeği insanlara çok görmeyin. Yüzleşmeden hiçbir şey “geçmiş” olmuyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)