İnsan
kaynaklı iklim değişikliğinin geldiği noktanın en tehlikeli, en
endişe verici dönemlerinden birindeyiz. Geçen hafta medyada da yer
bulduğu üzere, doğanın insanı en fazla şaşırttığı
yerlerden biri olan Grönland’deki
yüzey tabakasındaki erime dört günde yüzde 97 seviyesine
çıktı.Sadece
dört günde meydana gelen erime üç ayrı uydu tarafından
görüntülendi. Erime, bilim insanlarını korkuturken, iklim
değişikliğinin hızı ve sonuçlarıyla ilgili kaygıları da
arttırdı. Grönland’deki erimenin doğal bir olaydan mı yoksa
küresel ısınmadan mı kaynaklandığı noktasında kimilerinin
kafası hâlâ muğlâk. Ancak, bu noktada şu soruyu sormak lazım:
Küresel ısınmanın dünya üzerindeki olumsuz etkilerine
şüphecilerin inanması için daha neler olması lazım? Pek
çoğumuz, doğanın intikamı yaklaşırken, küresel ısınmanın
ve doğanın yok edilmesinin etkilerini bir film senaryosundan ibaret
sanıyor.
Özellikle
medyada gözden kaçan önemli bir boyut, bu erimenin insan eliyle
gerçekleşmiş olması. Geçen hafta Guardian’da
yer alan bir makalede, Grönland’deki
erimede insanın payının yüzde 70’ler seviyesinde olduğu, hatta
bunun yüzde 95’lere kadar çıkabileceği belirtildi.
Bu durumun kuzey denizlerinde yeni deniz yollarının açılmasına
ve yeni petrol/gaz arama faaliyetlerine neden olacağı ifade edilen
makaleye göre, erime, yabani hayatı da son derece olumsuz etkileyen
faktörler içeriyor. Böyle
giderse, 2020’lerin sonlarına doğru Kuzey Kutbu’nda hiç buz
kalmayabilir. Bir de, “Biz uzağız bize bir şey olmaz” diyenler
için: Dört günde bir milyon metreküpten fazla buzun erimesi,
tehlike çanlarının sadece Grönland’de yaşayanlar için değil,
yeryüzündeki herkes için çaldığının göstergesi. Çünkü,
buzsuz denizler ısınmaya daha müsait, bu ısınma da iklime etki
ediyor.
İklim
felaketlerinin geri dönülemez noktaya gelmeden önce acilen
durdurulması için aralarındaBuğday
Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Greenpeace
Akdeniz, TEMA Vakfı, 350 Ankara gibi
12 farklı kuruluş bir çağrı metnine imza attı. Çağrıda,
bilim insanlarının iklim değişikliğinin ana nedeni olarak
gösterdiği fosil yakıtlara olan bağımlılığın bu kaçınılmaz
sonu hızlandırdığı, iklim değişikliğine sebep olan
karbondioksit salımlarının üçte birinin kömür kullanımından
kaynaklandığı vurgulandı. Çağrıcıların verdiği bilgiye
göre, Türkiye mevcut 51 kömürlü termik santral projesiyle iklim
değişikliğine çözüm değil, sebep olmaya devam ediyor.
Metindeki, “Üçüncü
Köprü, nükleer santral, kömür santralleri, duble yollar gibi
çevreyi yok eden ve iklim değişikliği konusunda bizi geri
dönülemez noktaya sürükleyen politikalar yerine; enerji
verimliliğinin yaygınlaştırılmasının, doğaya saygılı
yenilenebilir enerji yatırımlarının kullanılmasıyla iklim
değişikliğine uyum politikalarının hızla hayatı
geçirilmesinin, Türkiye hükümetinin mutlak seragazı azaltım
hedefini belirlemesinin yaşamsal bir zorunluluk olduğunu
hatırlatmak istiyoruz” vurgusu
da yine Türkiye’nin bu alanda hiçbir sorumluluk almadığının
göstergesi...
Nature dergisinde
dünyadaki ekosistemler üzerinde yüzyıl sonundan önce geri dönüşü
olmayan bir dağılma sürecine gireceğini öngören bir çalışma
yayımlandı. “Approaching a state-shift in Earth’s biosphere”
ya da “Yerkürenin
biyosferinde koşulların değişikliğine yaklaşırken” başlıklı
makale, 15 farklı kurumdan 22 araştırmacının çalışmasının
ürünü. Araştırmanın sonuçları son derece ürkütücü. Dünya
üzerindeki farklı iklimlerin yarısı kısa zamanda yok olacak ve
bu iklimlerin yerine dünyanın yüzde 12 ila yüzde 39’una
karşılık gelen coğrafyalarda yaşayan canlıların daha hiç
şahit olmadıkları iklim koşulları hüküm sürmeye başlayacak.
İşin
daha vahimi, bu değişiklikler yavaş yavaş değil, birden olacak.
Araştırmacılar doğal ortamların altüst olmasının görülmemiş
bir şey olmadığını hatırlatıyor. Nitekim, Sahra Çölü 5500
yıl önce yeşil bir ovaymış. Bu altüst oluşların nedenleri
daima güneşin faaliyeti gibi gezegen dışı etkenler ve doğal
afetlerken, bugün hızla yaklaşan felâketin nedeni dünyada her
şeyi tüketen yedi milyar insan.
Dört
acil öneri
Araştırmacılar,
bugün dünyanın tüm kaynaklarının yüzde 43’ünün
tüketildiğini ve yüzde 50’sine ulaşılınca dengelerin bozulma
eşiğine de ulaşılmış olacağını belirtiyor. Tuzlu olmayan su
rezervlerinin üçte biri insanlar tarafından tüketilmekte,
türlerin tükenme hızı tepe noktada, sanayi öncesine kıyasla
karbondioksit salımları yüzde 35 artmış durumda. Bu tip
çalışmalar yeni olmasa da, içinde bulunduğumuz küresel
aymazlığa karşı alarm zilini bir kere daha çalarak gözümüzü
açmaya çalışıyor olmaları önemli. 22 bilim insanı siyasi
karar vericilere dört acil öneride bulunuyor.
İlki demografik
baskıyı radikal bir biçimde azaltmak (Başbakan’ın
kulağı çınlamış mıdır acaba), ikincisi dünya
nüfusunu şimdiden yoğun nüfus barındıran coğrafyalarda
sabitleyerek diğer alanların doğal bir dengeye ulaşmalarını
kolaylaştırmak yani
bir nevi nadasa bırakmak, üçüncüsü bugün
olduğu gibi azla yetinenlerin yaşam tarzlarını zenginlerinkine
benzetmeye çalışmak yerine zenginleri azla yetinmeye ikna etmek,
dördüncüsü de doğal
kaynakları tüketmenin önünü almak amacıyla yeni teknolojileri
kullanarak yeni besin kaynakları yaratmak. Yani
kalkınma ve büyüme takıntılı Türkiye’ye tercüme edilmesi
imkânsız işler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder